Anayasa “tartışmalarının” mana ve mahiyeti üzerine kısa not

Zira, mülk sahibi sınıflardan ayrı bir devlet mümkün değildir. Bunlardan birinin varlığı diğerinin varlığına bağlıdır. Dolayısıyla anayasa yapma sürecine halk karıştırılmaz. Öyle ya, anayasa halka bırakılmayacak kadar önemlidir… Bu da demektir ki, özel mülkiyet, devlet ve para var olmaya devam ettikçe, halk için, halk adına, halk tarafından bir anayasa yapmak mümkün olmayacaktır… Dolayısıyla, neden söz ettiğini bilmek önemlidir…
Kaldı ki, iktidar anayasaya göre değil, kanunlara, tüzüklere, yönetmeliklere dayanır. Ekseri anayasa ve kanunların birinci paragrafında tanınan/tanımlanan bir hak, “ama”, “fakat”, “lâkin” gibi kelimelerle başlayan ikinci paragrafta geri alınır. Fakat bu kadarla da yetinilmez. Anayasa ve kanunlara “gerektiğinde” uymama yetkisi de tanınır. Buna “olağanüstü hâl” deniyor… Böylece mülk sahibi sınıflar kendilerini kesin olarak güvence altına almış olurlar…
Sadede, Türkiye’de son dönemde alevlenen anayasa “tartışmalarına gelirsek, bu Kenan Evren anayasasını kim neden değiştirmek istiyor? Bunu isteyen sadece Tayyip Erdoğan’mış gibi yaygın bir izlenim oluşmuş görünüyor. Oysa, bunun nüanse edilmesi gerekiyor. Anayasa değişikliğini isteyen sadece Tayyip Erdoğan ve ekibi değil. Bu, Türkiye burjuvazisinin de (bir bütün olarak mülk sahibi sınıfların) talebi. O taraftan pek ses çıkmadığı için, sanki değişikliği isteyenin sadece Erdoğan ve onun AKP’siymiş gibi bir algı söz konusu… Mülk sahibi sınıflar ekseri pek konuşmazlar, onların yerine başkaları konuşur. Oysa, bu dünyada bir tek şahsiyet için anayasa yapıldığı görülmemiştir.
Dolayısıyla hem Recep Tayyip Erdoğan ve AKP’nin ve hem de Türkiye burjuvazisinin anayasayı yenileme konusunda ortak çıkarları var. Recep Tayyip Erdoğan ve kliği iki nedenle anayasayı değiştirmek istiyorlar:
1. AKP ve yandaşları, sömürü, yağma ve talanın tadına öylesine vardılar ki, o ayrıcalıktan mahrum olmak istemiyorlar. Bu toplum, Cumhuriyet tarihinin hiçbir döneminde böylesi bir sömürü, yağma, talana ve vurguna şahit olmadı. Geride kalan yaklaşık yüz yıllık dönemde bu ülkenin emekçi insanlarının emeğiyle kurulmuş ne kadar sanayi tesisi, ne kadar kamu hizmeti veren kurum varsa, özelleştirme adı altında büyük sermayeye ve yeni yetme yandaş kapitalistlere peşkeş çekildi, yağmalatıldı… Satılmayan hiçbir şey bırakmadılar. Şimdilerde işi “vatandaşlık satışına” kadar getirmiş bulunuyorlar… Bu ülkenin tarihinde bütçe ve hazinenin yağmalanması hiçbir zaman bu boyutlara çıkmamıştı. Öyle ki, her alanda sömürü, yağma ve talan insan havsalasını zorlayacak boyutlara çıkmış bulunuyor…
2. AKP tayfası yolsuzluğa, suça, hukuksuzluğa, ölçüsüzlüğe, kuralsızlığa, ahlâksızlığa öylesine batmış durumdalar ki, iktidardan düştükleri anda yargılanacaklarını, hesap vereceklerini çok iyi biliyorlar. Dolayısıyla, ne yayıp-edip, iktidarda kalmanın bir yolunu bulmak istiyorlar. Anayasayı değiştirip, devlet terör rejimini takviye ederek, kendilerine “korunaklı bir sığınak” yaratmak istiyorlar… Lakin onlara bu fırsatı vermemek, heveslerini kursaklarında bırakmak, bu kepazeliğin önünü kesmek mümkün…
Mülk sahibi sınıflar da artık asgari hak-hukuk, sınırlı özgürlük ve demokrasi koşullarında bile yönetemeyeceklerini biliyorlar. Bunların kırıntısına bile tahammülleri yok. Zira, Türkiye’yi çoktan yönetilemez duruma getirdiler… Gelinen aşamada, geçerli güdük hukuk koşullarında bile Türkiye’nin yönetile bilemez olduğunun farkındalar. Artık Kenan Evren anayasası da onlara bol geliyor… Türkiye yönetilemez durumda zira, rejim çözdüğünden daha çok sorun yaratır halde. Bütün gösterge ışıkları ya kırmızı da ya da kırmızıya dönmekte. Velhasıl, rejim geniş toplum kesimlerinin gözünde meşruiyetini çoktan kaybetmiş bulunuyor…
Aslında sorunun kaynağı derinlerde ve doğrudan kapitalizmin sürdürülemezliği ile ilgili… Zira, artık kapitalizmin      “Büyük İnsanlığa” teklif edeceği bir şey yok. Dünyanın her yerinde çözdüğünden daha çok sorun yaratmadan yol alamıyor. Fakat gözden kaçırılmaması gereken önemli bir şey var: Kapitalizm krizde ama bu bildik krizlerden biri daha değil. Bu, kapitalizmin nihai krizi veya aynı anlama gelmek üzere, bir ‘uygarlık krizi’… Artık kriz insan ve toplum yaşamının tüm veçhelerini ve bir bütün olarak canlı doğayı da angaje eder halde. Başka türlü ifade edersek, insanlık ve uygarlık yeni bir kritik kavşağa gelip dayanmış bulunuyor…
Bir bütün olarak küresel plütokrasi, küresel oligarşi ve her bir ülkedeki oligarşiler, sömürüyü, yağma ve talanı, ancak baskıyı, şiddeti, terörü, faşizmin değişik versiyonlarını, savaşı, iç savaşı. kaosu, Balkanlaşmayı dayatarak sürdürebilirler… Türkiye’de de anayasa değişikliği adı altında devlet terör rejimini yeniden kurumsallaştırarak, şiddeti ve kaosu dayatmak istiyorlar.
Artık eğri oturup-doğru konuşmak, ne ile cebelleştiğini bilmek ve tartışmanın zeminini vakitlice değiştirmek gerekiyor. Her şeyden önce de kapitalizm dahilinde bir geleceğimizin olmadığını bilmek gerekiyor. İnsanların kendi kaderlerini kendi ellerine almaları neden mümkün olmasın? İnsanların “sayın seyirci” olma hali, verili, değişmez bir şey olmadığına göre…