Asgarî ücret, bir utanç belgesidir

Asgarî ücret komisyonu, 2020 için, asgarî ücreti belirledi. Buna göre, brüt asgarî ücret 2.943 TL, net asgarî ücret ise 2.324 TL 70 kuruş oldu.

Saray Rejimi’ne göre, bu gayet iyi bir ücrettir. Zira Damat’a bağlı Hazine Bakanlığı’nın baskısı ile, enflasyon %11,5 olarak açıklanmıştır. Eğer, enflasyon %11,5 ise, geçen yıl 2020 TL olan net asgarî ücret 2324 TL olduğunda %15 artış gerçekleşmiş ise, demek ki, “işçilerin refah”ı arttı. Demek oluyor ki, ülkede işçiler, %3,5 oranında “zenginleşti”.

Demek oluyor ki, işler yolundadır.

Buna karşılık, kamu çalışanlarına verilen zam, bu %15’in altındadır. Türk-İş Başkanı’nın kameralara karşı Bakan ile konuşmak üzere hazırlanırken, açık kalmış mikrofondan söylediği “bu işi böyle bitirelim” türünden sözleri, gerçekte, kamu çalışanları için oldukça kötü bir sonuç imiş. Yani, kamu çalışanları %15 alamadılar.

Bir örgütleri olmayan ve maaş/ücret artışları konusunda bir iradeleri ortaya çıkmayan emekliler ise, %6,5 zam ile yetinmek zorundadırlar.

Ülkede 11 milyon emekli olduğunu biliyoruz. 11 milyon emekli, Damat tarafından baskı ile açıklatılan rakamlara göre, enflasyonun altında zam almışlardır. Buna göre emekliler, 2020 yılında, 2019 yılına göre 5 puan fakirleşeceklerdir.

Kamu çalışanı sayısı yuvarlak hesap 2,5 milyondur. Bu 2,5 milyonun ise aldıkları zamla, %2 civarında yoksullaşacağı ortaya çıkmaktadır.

İşte bu iki kesimle karşılaştırılırsa, yaklaşık 4-5 milyon asgarî ücretli çalışanın “şanslı” olduğu söylenebilir. Asgarî ücretle çalışanlar, enflasyon rakamından %3,5 fazla zam almışlardır.

İşte bu, Saray Rejimi’nin, Damat, Bakanlar, medya, sendika mafyası vb. eli ile oluşturduğu mekanizmanın “muhteşem” sonucudur.

Ey işçiler, buyurun, “krizin faturasını” kimin ödemek zorunda kalacağını bir kere daha görün.

İşsizlik, işini kaybedenler vb. üzerinde durmak istemiyoruz. Hayır, bu yazıda konumuz bir utanç belgesi olan “asgarî ücret”tir.

Asgarî ücret, bir utanç belgesidir.

Asgarî ücretle bir işçi neler yapabilir sorusu, aslında bize durumu gösterir. İsterseniz sadece simit hesabından gitmeyelim, başka alternatif hesaplar yapalım. Zira Saray Rejimi, çirkeflikte, yalanda, haydutlukta, talanda, soygunda, rüşvette, karanlık üretmekte oldukça maharetlidir. Bir bakıyorsunuz bir ürünün fiyatı yeterince artmamış, işte o zaman o ürün üzerinden hesap yapıyorlar. Ve böylece, açlık içinde, yoksulluk içinde, kış soğuğunda titreyerek yaşayan gerçek insanların karşısına çıkıp, “aslında sizin hâliniz iyi” demekten utanmıyorlar.

Simit ile başlayalım.

2020 yılında, bugünkü fiyatlarla, yani 2020 Ocak ayı fiyatlarına zam gelmezse, bir asgarî ücret ile 1162 adet simit alınıyor. 2018 yılında, simit 1 TL ve asgarî ücret 1604 TL idi. 2018 yılında bir asgarî ücret ile 1604 adet simit alınabiliyordu. 2019 yılında asgarî ücret 2020 TL ve simit 1,50 TL idi. 2019 yılının Ekim ayına geldiğimizde simit fiyatı 1,75 TL’ye çıkmıştı ama, biz 1,50 TL’den hesaplarsak, 2019 yılında asgarî ücret ile 1346 adet simit alınıyordu.

yıllar      asgarî ücret    simit

2018        1604 TL         1604 simit

2019        2020 TL         1346 simit

2020        2324 TL         1162 simit

Simit deyip geçmeyin. Ziraat Bankası, en büyük simitçi olan, Simit Sarayı’nı kurtarmak için milyonlarca lira devreye sokmuştur. Halkın tepkisinin artması üzerine, Muktedir, bu işi onaylamadığını beyan etmiştir. Muktedir’in, “bunu onaylamıyorum” sözü, bir aldatmacadır. Saray oyunudur. Saray Rejimi, bir yeni seçim hazırlığında olduğu için, Erdoğan, lütufta bulunuyor. “Padişahım çok yaşa” demeniz gerekiyor. Muktedir, nasıl ki, termik santrallerin filtre takma zorunluluğunu uzatma yasasını imzalamadı, bu yolla “çevreci” kesilmiş oldu, Simit Sarayı olayı ile de “rüşvete karşı, savurganlığa karşı” tutum almış oldu. Allahtan başka ne isteriz ki? Ama bu gökyüzünün altında, bu toprakların üstünde, artık hiçbir yalan dayanıklı değildir, hiçbir karanlık uzun sürmeyecektir. Termik santrallere verilen devlet desteği açığa çıktı. Erdoğan, tiyatro işlerine fazla takılmaya başlamış gibidir. Termik santral filtresi diye bir tiyatro oyunu Saray Rejimi tarafından yazılmıştır ve elbette başrolde Erdoğan vardır. Başkası olabilir mi? Simit Sarayı meselesinde de öyle.

Ne Simit Sarayı kurtarma operasyonu, ne termik santrallerin filtre takma zorunluluğu meselesi, Erdoğan’dan habersiz mi yapılmış? Diyelim ki doğru, habersiz yapılmış, öyle ise, bu işi yapanları görevinden al. Nasıl Merkez Bankası başkanı “söz dinlemiyor” diye görevinden alındı, buyur Ziraat Bankası müdürünü ve başkalarını da görevinden al. Buyur, termik santral yasasına destek verenlerin tümünü görevlerinden al.

Tiyatro dediğinin de bir mantığı olur. Bu kadar beceriksizce yazılmış oyunlar, Saray Rejimi’nin nasıl pervasız, nasıl çaresiz olduğunun da göstergesidir. Baskı ve katliam politikalarında, devlet teröründe ne kadar marifetli iseler, yalan ve karanlık oyunlarda da o kadar marifetliler. Ama artık, bu kumaş dikiş tutmuyor. Bu rejim ayakta durmakta zorlanıyor.

Asgarî ücrete dönelim.

Bir asgarî ücretli, sadece simit yemez elbette. Daha normal olanı, mesela elektrik faturası ödemek, mesela doğalgaz faturası ödemek, mesela su faturası ödemektir. Her işçi, her emekçi bu faturaların ne kadar tuttuğunu bilir. Siz bunlara, cep telefonu ya da normal telefon faturalarını ekleyin. Siz bunlara, ulaşım ücretlerini ekleyin. Öyle ya, işçi ister domates alsın, ister simit alsın, ister bir yerde çay içsin, ister ailesini veya arkadaşlarını ziyaret etsin, her durumda bir yol ücreti verecektir.

Bir sabah kahvaltısı düşünün, mesela simit olsun, yumurta olsun, peynir ve zeytin olsun. Günde 50 gram peynir tüketse, ayda 1,5 kilo peynir eder. Günde 1 yumurta yese, ayda 30 yumurta eder. Günde 5 zeytin yerse, ayda 150 zeytin eder. Çay, yağ vb. hiç gerekmesin mi? Akşam yemeği nasıl olsun istersiniz, mesela 1 simit + çorba + salata yeter mi? Yoksa bir de meyve gerekir mi? Elma olsun mu, hangisi en ucuz ise ondan olsun mu? Bu işçi, bira içmesin zaten bira alkol içerir, her ne kadar Kur’an’da yazmamış olsa da, içkinin haram olduğu artık biliniyor. Zaten bira pahalıdır. Evde yapsın mı? Kendi birasını yapıp içse mesela. Peki, Cola içsin mi? Muktedir buna evet diyecektir, zira ramazan sofralarının en tutulan içeceğidir. Ya da ayran içsin, ne dersiniz? Ayran ve yoğurt hesabın içine girerse, yandık demektir. Peki sigara, mesela en ucuz paket 15 TL mi, günde bir paket içse olur mu? Mesela tatlı gerekli ya, yesin mi? Evde baklava mı yapsın, yoksa pastahanede profiterol mi yesin, ne dersiniz? Bence profiterol yesin, zira bu para hiçbir şeye yetmez, ne yerse yesin, varsın künefe yesin, öyle her gün değil, mesela haftada bir. Dışarıda yemek yemek yok. Çay içmek dışarıda olamaz. Dolaşmak yasaktır. İşten eve, evden işe. Sinemaya gitmek yok. Bu arada eve ücretli bir TV kanalı almak olmaz. Uydu gerekli ve yeterlidir. Müzik dinlemek yasaktır. Cep telefonunun faturasını da öyle fazla şişirmemek lazım. Sen işçisin, sana bilmem kaç GB internet ne gerekir? Peki, acaba, ayakkabı alsın mı? Mesela gidip Colombia ayakkabı alsın, olmaz mı, ne olacak, o da insan değil mi? Şaka şaka, Colombia almasın. Nike hiç olmaz. O kundura ayakkabılardan alsın. Her biri 3 ay giyilebilen, kullan-at ayakkabılar yeterli. Kaç paradır dersiniz? Fanila ve don gerekmez. Zaten, içinde ne giydiğini kim görecek ki? Gidin bakın tüm yoksul mahallerde çocuklar, ilkokula giderken, altlarında donu yoktur ve birçoğu, babaları ile birlikte donlarını değişmeli giymektedirler, bir gün baba, bir gün çocuk. Demek ki, iç çamaşırı yok. Zaten, açıkça Kur’an, fazla mal mülk sahibi olmayı kötülemektedir. Bunun içine don da girer elbette. Çorap konusunda ne dersiniz? Mesela bir çorap ile ne kadar zaman idare etmeli? Yoksa çorap da, “az mülk edinmek sevaptır” ilkesine mi uygun olmalı? Şimdi iç çamaşırı olmayınca, gömlek, kazak, bluz gerekli ya. Bir de kaban, pantolon veya etek. Ne yapacağız? Mesela gidip Mudo’dan mi giyinsek, bir etek + bir bluz alsak. Yok biz en iyisi pazara gidelim ama yine de iyi para hani. Acaba, sizin evinizde tabak, çatal, bıçak, bardak, tencere, tava vb. var mı? Yoksa bunları satın almayıp, komşularla birlikte, dönüşümlü olarak, ortak olarak mı kullanıyorsunuz? Kanımca en iyisi, komşularla tencere ve tavayı ortak kullanmaktır. Hatta, birlikte çorbayı kaynatmak daha ucuza gelir. Sakın ha, siz öyle evinize geldiğinizde, eşinize kızıp, çocuğunuza kızıp bardak, tabak kırmayın. Maliyeti çoktur. Peki evde peçete, havlu ve tuvalet kâğıdı olsun mu? Bence olmasın, herkes tuvalet temizliğini uygun bir bezle yapsın, sadece bir önemli hatırlatma, bu bezi sadece kadınlar yıkamasın, her birey evde kendi bezini kullansın, temizlensin ve sonra da bu bezi kendisi yıkasın. Ve fazla su kullanmadan. Kadın ise bu asgarî ücretli, mesela özel günleri için ped kullansın mı? Bence kullanmasın. Kitap falan kesinlikle almayın. Zaten başınıza ne geliyorsa bu kitaplardan geliyor. Size tek bir kitap lazım, Kur’an-ı Kerim, o da evinizde yoksa gidin komşudan aşırın. Başınız dahi ağrımasın, zira ilaçlar pahalı. Hastahaneye gidecekseniz, yol parasından kurtulmak için, hemen acili arayın 112 gelince yalandan bir hastalık uydurun, hastahaneye gitmek için yol parası vermemiş olursunuz. Evinize kâğıt ve kalem girmesin. Zira bunlar suç unsurudur. Kâğıt ve kalem ile ne yapacaksınız ki? Yoksa siz komünist mi olacaksınız? Kâğıt yok, kitap yok, kalem yok. Evin camı kırılmasın lütfen, hiçbir ev aletiniz de arıza yapmasın. Öyle TV reklâmlarına kanıp, TV’nizi falan da değiştirmeye kalkmayın.

Galiba tüm bunları yapsanız da, asgarî ücret size yetmeyecek.

Gördünüz mü, ciddiye alsak, bu asgarî ücreti olmuyor, şakaya alsak hiç olmuyor.

Çünkü bu, utanç belgesidir. Bugünkü dolar kuru ile 388 dolar, bugünkü euro kuru ile 347 euro’dur. Bu, utanç belgesidir. Çin, dünyanın fabrikası olarak adlandırılır. Çin’de en düşük ücret, bu miktarın üstündedir. Üstelik Çinli bir emekçinin, ne okul masrafı, ne süt masrafı vb. yoktur. Ev kirası, yiyecek vb. oldukça ucuzdur. Yani orada 350 dolar ile bir işçi, para dahi biriktirebilmektedir. Yani, bizimle karşılaştırıldığında, belki refah standartları üç katı yüksektir.

Daha da önemlisi var.

Asgarî ücrete kim, nasıl karar veriyor? Bir asgarî ücret komisyonu var. Burada, sendikaların temsilcileri var. Mesela Türk-İş ve Hak-İş gibi. DİSK yok mesela. Bu kurulda devletin temsilcileri var, ki her biri patronlardan daha fazla patron çıkarlarını savunurlar. Ve bu kurul, ne hakla bilinmez, asgarî ücretleri belirler. Bu kurula, bu sefer, Damat, istatistik kurumunun verilerini de ulaştırdı. Bir ailenin ne kadar para ile geçinebileceği verileridir bunlar. Daha önceden böyle bir şey yapılmazdı. Ama bu kez Damat, devreye girdi.

Ve utanmadan Muktedir, onlar anlaşsın, bizim de bir jestimiz olur diye buyurdu.

Tam da utanç duyulacak bir açıklamadır.

Saray Rejimi, işçiyi aç, işsiz, yoksulluk içinde bir yaşama, ölüm korkusu içinde bir çalışma ortamına mahkûm etmektedir. Bunun sorun olduğu durumlarda ise hemen “sadaka”dan söz edilmeye başlanmaktadır. Sadaka, düşkünlüğün yaygınlaştığının en açık kanıtıdır.

Saray Rejimi, işçilere, topluma, onursuz bir yaşam dayatmaktadır. Bana kaç kilo kömür karşılığında oy verirsin, 100 TL’ye oyunu satar mısın mekanizması, işte bu düşkünlüğe, bu onursuz yaşam koşullarına dayanmaktadır.

Ve bunun sonu bellidir.

İntiharlar, bu onursuz, aşağılayıcı yaşam koşullarına karşı, kişisel bir isyandır. Oysa bize gerekli olan, bu utanç belgelerini yırtıp atacak, örgütlü bir direniş gerçekleştirmektir.

İşçi misiniz? Onurlu bir yaşam mı istiyorsunuz? Yapmanız gereken şey, bugünden, adım adım, nasıl bir genel grev örgütleyebiliriz sorusunu sormak ve bunun gereklerini yerine getirmektir. Bu konuda ciddi olmalıyız. Bize ölümü dayatan bir sistem var. İster fabrikada, ister sokakta cinayete kurban gitme hâli açıktır. Böyle ölmemiş olursak bize açlığı dayatıyorlar. Bize onursuz bir yaşamı, 100 TL karşılığında oyunu satma gerçekliğini dayatıyorlar. Bu ölümü dayatan sisteme karşı mücadelede kararlı ve ciddi olmalıyız. Her gün bir karar verip, her gün kahve köşelerinde atıp tutup, sonra hiçbir şey değişmemiş gibi yaşamaya devam etmek mümkün değildir. Bu, ciddi olmamaktır. Biz işçiler, emekçiler, kadınlar, gençler, ciddi olmalıyız. Tüm ülkede, bir genel direnişi, bir genel grevi nasıl örgütleriz? Bunun için sen, ben ne yapmalıyız?

Bu utanç belgesine razı değilsek, bu aşağılanmayı kabul etmiyorsak, örgütlü direnişi geliştirme zamanıdır.

İşçiler, emekçiler, kadınlar, gençler, gelin Kaldıraç saflarına, direnişe, mücadeleye katılın.

Gelin gücünüzü gücümüze katın.