“Azınlık değiliz, ülkenin gerçek sahipleriyiz, kazanabiliriz”

İktidarın yürüttüğü başkanlık sistemi tartışmalarının ardından son olarak adına “partili cumhurbaşkanlığı” denilen anayasa değişiklik önerisiyle hedeflenen nedir?
Şimdi aslında buna dair çeşitli nüans farklılıklarıyla yürüyen tartışmalar var. Bir kısım görüşe göre bu, sistemin doğrudan bir ihtiyacı; bir kısım görüşe göre ise, Tayyip Erdoğan’ın ihtiyacı. İki tartışma da birbirinden uzak olmayabilir. İkisinde de gerçeklik payı olabilir ama bugün, fiilen sürdürülen antidemokratik rejimin anayasal güvence altına alınması, varolan iktidarın sürebilmesi önemli bir kısım.
Çünkü 15 yıldır AKP iktidarı çok ciddi sorunları büyüttü. Türkiye’nin zaten kronikleşmiş sorunları vardı: Kürt sorunu, işsizlik vs. AKP’nin atttığı her adım bu sorunların kronikleşmesine yol açtı. Bu siyaset arkasında bir sürü suçu da biriktirdi. Her alanda işçi cinayetlerinden tutun da yolsuzluklara kadar; Ortadoğu politikası ve içerde yürütülen baskı ve şiddetin oluşturduğu anayasal ve uluslararası suçlar… Bu suçların bir vadede varolan iktidarın karşısına çıkmaması için iktidarın devamı gerekiyor. Bu açıdan da kritik olduğunu düşünüyoruz.
Toplumsal mücadele güçlerinin bu sürece dair tutumu ne olmalı? Ortak mücadele hattı nasıl örülmeli?
Bu süreci 15 Temmuz ve 7 Haziran sürecinden bağımsız ele almamak gerekir. 7 Haziran’da AKP uzun yılların ardından ciddi bir yenilgi aldı. Bu yenilgiyi oluşturan nesnel zeminde aslında yıllarca süren direnişin üzerine yükselen Gezi İsyanı, hemen arkasından da gerçekleşen AKP’nin aldığı yenilgi ve tek başına iktidardan uzaklaşması… Hepsinden önemlisi de bunları sağlayan yüzde 13’le HDP’nin sağladığı başarı. Biliyorsunuz, bunu bir çok demokrasi gücü, sol-sosyalist güç de destekledi. Sadece HDP’den ibaret bir başarı da sayılmadı o yüzden. Bu, AKP iktidarı ve rejim açısından ciddi bir tehdit içeriyordu.
Sonrasında ülkemiz yeni bir kriz sürecine sokuldu. Bunun nasıl yaşandığını biliyoruz. Suruç, Ankara katliamları ve arkasından süren saldırı süreci… AKP iktidarı karşısındakilere saldırarak; arkasında birikecek potansiyeli de korkutarak, 1 Kasım’da tekrar iktidar oldu. Bu sürecin hemen ardından iktidarın kendi iç krizleri ve ülkenin diğer problemleri sürekli kronikleşen biçimde artarak devam etti.
Sonra bu süreç; iktidarın kendi iç krizi ve halk hareketiyle de tetiklenen iç kriz, 15 Temmuz’da iktidar arası bir çatışmada kendisini göstermiş oldu. Bu, 15 Temmuz darbe girişimiydi. Darbe tartışmaları ülkede sürerken, aslında çok beklenmeyen bir yerden, ordu içindeki ulusalcı kanattan beklenen darbe tartışmaları vardı ama aksine bizzat cemaatin inisiyatifinde bir darbe girişimi gerçekleşmiş oldu. O günden bu güne, aslında AKP iktidarı ve Erdoğan başkanlık lafını ağzına aldığından beri, bu süreci yaşıyoruz. Bu, 7 Haziran’dan bugüne aslında sürüyor.
Şimdi aslında bizim 15 Temmuz’un hemen ardından önerip tartıştığımız şey de şuydu: Eğer bu ülkede egemen, çatışan sınıfların dışında gerçekten sol-sosyalist güçlerin bir araya gelip bir odak noktası, bir direniş zemini, adını ne koyarsanız koyun, en nihayetinde toplumun gözünü çevirebileceği, sözüne itimat edebileceği ve arkasından gidebileceği, bir şey oluşturabilirdi. Biz bunu sağlamaya çalıştık. Ama bu çok başarılı olamadı. Sonrasında 20 Kasım’da Kartal’da yapılan miting acaba mı sorusunu açığa çıkardı. Ondan sonra da çeşitli girişimlerde bulunduk ama bunlar da başarılı olamadı.
Şimdi referandum sürecinde ne yapılabilir sorusunun cevabına ilişkin ise; artık referandum en fazla iki, iki buçuk aylık süreci kapsıyor. Şu süre zarfında solcular nasıl bir araya gelsin, nasıl birlikte hareket etsin gibi tartışmaları çok ayrıntılı yürütme şansımız yok. Bugünden baktığımızda o sandıklardan hayır çıkması için bir mücadele stratejisi ortaya koymak zorundayız. Bu, tabi Türkiye’de mücadele eden sosyalist güçlerin paralel mücadele etmesine engel değil. Aslında bunu bugün de yapmaya çalışıyoruz.
Demokrasi için Birlik zemini, bizim için de, bir çok yapı için de değerlendirilmek istenen bir zemin. Diğer taraftan bulunduğumuz bir çok yerelde, birçok sol-sosyalist güçle benzer şeyler yaparak, bazen yan yana yaparak süreci devam ettirmeye çalışıyoruz. Biz bu süreçte sadece birlik zeminini şöyle görmüyoruz: bir isim bulalım ve onun altında hepimiz birleşelimden ziyade benzer şeyleri yaparak, zaman zaman yan yana gelerek zaman zaman ayrı olabiliriz. Sonuçta hepimizin aynı anda bulunamadığı yerler de vardır. Biz bu yönde kendi adımıza bu şekilde hareket eden her türlü çabayı kendi arkadaşlarımızın örgütlediği bir mücadeleymiş gibi görürüz ve böyle değerlendirir böyle bakarız.
Referandumdan çıkacak olası iki farklı sonuca göre; toplumsal mücadele güçleri nasıl konum almalı?
İki sonuçta da iktidarın atacağı adım orada kalmak yönünde olacaktır. Bunu en iyi 7 Haziran’da gördük. Bu açıdan 7 Haziran süreci özeleştirel bir süreçtir.
Hayır’ın gerçekçi bir ihtimal olduğunu düşünüyoruz ve bunu bizim tarafta olanlara iyi anlatmak gerekir. Hayır oyu verecek olanlar bile umutsuz davranabiliyor. Ben hayır vereceğim ama sandıktan evet çıkacak diyor. Bunu bir değiştirmemiz lazım. ‘Azınlık değiliz, bu ülkenin gerçek sahipleriyiz.’ duygusunu, bu gerçek olan durumu anlatmamız lazım.
Sandıktan evet çıktığında, zaten var olan sistemin anayasal güvenceyle devamını göreceğiz. Ama yine bitmeyecek; ne Türkiyenin problemleri bitecek ne de Ortadoğu ve ülke içinde yaşanan problemler bitecek, mücadele de bitmeyecek. Biz hiçbir mücadele sürecine köprüden önce son çıkış olarak bakmıyoruz. Diğer yönden hayır çıktığında yine iktidar bundan vazgeçmeyecek ve dönecek bunu başka bir şekilde tesis etmeye çalışacak.
İşte bizim referandum sürecinde yapacağımız işler bu açıdan kritik. Gerçekten oluşturduğumuz zeminler, meclisler, komiteler, aynı zamanda önümüzdeki dönemin mücadelesi açısından kritik öneme sahip olacaklar.
Taktik olarak sandıktan hayır çıkartmaya dönük olarak her türlü mücadeleyi vereceğiz. Öbür yandan halkın örgütlenebildiği demokratik zeminleri kuracağız. Kurmamız gerekiyor. Bunu da bize özgü değil, genel sol adına söylüyorum. Bu açıdan her çaba, ortak bir tutumdur bizim açımızdan.