“Başkanlık sisteminin hedefi ülkemizdeki sermaye diktatörlüğünü güçlendirmektir”

Adına son olarak “partili cumhurbaşkanlığı sistemi” denen yönetim şekliyle hedeflenen nedir?
Adına ne denirse densin bu sistemin esas hedefi ülkemizdeki sermaye diktatörlüğünü güçlendirmektir. AKP iktidar koltuğuna oturtulduğu günden bu yana bir misyonla hareket etmektedir. Bu misyon, ülkemiz emekçi halklarının tüm kazanımlarının gasp edildiği, emperyalizmle daha güçlü bağlara sahip, gericiliğin devlet ve toplum katında mümkün olan en güçlü mevzilere sahip olacağı bir sermaye diktatörlüğünün kurumsallaşması olarak özetlenebilir. Dün ‘başkanlık’, bugün ‘partili cumhurbaşkanlığı’ adıyla sunulan sistem esas olarak bu doğrultuda elde ettikleri kazanımları korumayı, kalıcılaştırmayı ve geliştirmeyi amaçlıyor.
Dolayısıyla tüm ayrıntıları bir yana bu düzenin esas olarak emekçi halkımızı teslim almayı ve sermaye diktatörlüğünü güçlendirmeyi amaçladığını en başa yazmak gerek. Diğer tüm hedefler, önemsiz olmamakla birlikte bu ana hedefi besleyen yan faktörlerdir.
Toplumsal mücadele güçlerinin bu sürece dair tutumu ne olmalıdır? Ortak bir mücadele hattı nasıl örülür?
Öncelikle tüm gücümüz ve enerjimizle bu gidişatı durdurmaya odaklanmamız gerektiğini söyleyerek başlayalım. Meselenin sadece sandık aritmetiği ile çözülmeyecek olduğu kesin olmakla birlikte, referandum sürecinde “Hayır” eksenli bir tutumun alınması ve bunun mümkün olduğu kadar büyütülmesi hepimizin ortak sorumluluğudur.
Önümüzde son derece dikkatli değerlendirilmesi gereken kısa bir süre var ve bu sürenin bütününün planlı, programlı bir biçimde değerlendirilmesi gerekiyor. Bize göre; ikisi referanduma kadar ve bir diğeri hemen referandum sonrası üç kısa döneme bölerek düşünmek mümkün. İlk aşama, AKP/Saray merkezli yalan makinelerinin hegomonyasını kırmaya odaklanacak bir faaliyet dönemi olarak düşünülebilir. Bu aşamada, bugüne kadar geniş anlamıyla bizim cephenin parçası olan, ancak umudunu yitirmiş kesimlerin canlandırılması gerek. En yakın adlandırma ile “Gezi güçleri”nin yeniden bu iktidarın yıkılabileceğine dair inançlarını, umutlarını tazelememiz gerekiyor. Bize göre, toplumun çok geniş kesimlerine yayılan, ancak iktidarın baskısı, şiddeti ve yalanları nedeniyle ileri çıkacak gücü kendinde bulamayan önemli bir potansiyele sahibiz. Bu büyük gücün seferber edilmesi, örgütlenmesi referandum sürecini kazanmanın ilk adımı olarak düşünülebilir.
Çok kısa bir süre sonra ise, bugüne kadar AKP’ye oy vermiş, belki 2010 referandumunda “Hayır” saflarında yer almamış, ancak geldiğimiz aşamada artık AKP’nin yarattığı Türkiye tablosundan rahatsızlık duyan tüm kesimleri “Hayır” faaliyetine kazanmayı amaçladığımız ikinci aşamaya geçmeliyiz. Çok açık ifade etmek isterim, “Hayır”cıların kendi kendilerine propaganda yaptıkları, kimin Hayır’ının daha güzel olduğunu tartıştıkları veya birbirlerinin Hayır’ını beğenmedikleri boş tartışmalara ihtiyacımız yok. Günün en devrimci görevlerinden birisi bugüne kadar AKP propagandasının etkisinde kalmış emekçileri, yoksulları bu boyunduruktan kurtarmaktan. Bu her zaman bugünkü kadar mümkün olmayabilir. Bugün ise nesnel koşullar bu açıdan son derece uygundur. Devrimcilerin buraya odaklanmasına gerektiği kanaatindeyiz.
Ortak mücadele ortak bir perspektifin ürünü olur. Referandum bağlamında mutlaka bir birlik yapılması gerektiği kanaatinde değiliz. Herkesin kendi bulunduğu noktadan, yetenekleri, yönelimleri ve olanakları ölçüsünde etkin bir faaliyet örgütlediği bir tablo zaten mücadelenin ortaklaştığı bir tablodur ve bu başlı başına önemlidir.
Bunun dışında devrimci güçlerin ortak yerel ve merkezi eylemler, etkinler örgütlemesi, karşılıklı olarak dayanışma içerisinde olunması ve rekabetçilikten kaçınması, çalışmaların koordineli biçimde yürümesini sağlayacak platformlar inşaa etmesi gerçek bir ortak mücadele zeminin oluşması açısından faydalı olacaktır.
Bugün bu yönelimi sekteye uğratacak tartışmalara boğulmak yerine, yukarıda özetlemeye çalıştığımız yaklaşımı gözeten bir noktadayız. Toplumsal çalışmalara yönelen faaliyetleri merkeze alan güçlerin biriktirdiklerini referandum sonrasına nasıl taşıyacağımızı tartışmak, gerçek toplumsal güçlere dayanan öznelerin ortak mücadelesi üzerine kafa yormak bize göre daha gerçekçi bir seçenek gibi duruyor.
Referandumdan çıkacak olası iki farklı sonuca göre, toplumsal mücadele güçleri ne yapmalı, nasıl konum almalı?
Bir noktanın altını özellikle çizmek isteriz. Bugün Türkiye’nin içinden geçtiği bu kanlı, karanlık ve kaotik dönemde, devrimcilerin mücadelenin en ön siperlerinde görev ve sorumluluk üstlenmesi bize göre geleceğe dair yürütülecek tüm tartışmaların ön şartıdır. Böylesi bir dönemde, inisiyatif almak için çaba bile harcamayan, örneğin kendini korumayı merkeze koyan taktiklerin tümüyle mahkum edilmesi gerekiyor. Ülke böylesi bir dönemden geçerken, mücadeleyi büyütmek için en azından arayış içinde olmayan güçlerin, başka bir dönemde herhangi bir biçimde halkın desteğini almasının, güçlü ve etkin örgütlülükler yaratmasının mümkün olmayacağını akıllardan çıkarmamak gerekir.
Bu söylediğimiz, örneğin referandum söz konusu olduğunda mümkün olan en etkin biçimde HAYIR çalışması yapmayı da kapsamaktadır. Devrimciler bu sürece; halkın en geniş güçlerinin kendi örgütlülüklerini geliştirme ve yeni örgütlenmeler inşa etme perspektifiyle yaklaşmalı.
Bu vesileyle önce “referandumda evet çıkarsa yandık, bittik’ türü yaklaşımlarla da aramıza mesafe koymamız gerektiğini vurgulayalım. Referandumda “Evet” çıkması kuşkusuz olumsuz bir durumdur, ancak en fazla bugün zaten içinde yaşadığımız bu baskıcı, karanlık dönemin biraz daha ağırlaşacağını unutmamak gerekir. Bu referandumun önemi “Hayır” çıktığında AKP/Saray rejimine karşı mücadelenin kuvvetlenecek olmasıdır.
Ancak her iki durumda da referandum sonrası, bugüne göre daha zor bir mücadele döneminin bizleri beklediği açık.
Tayyip Erdoğan’ın “Hayır” çıktığında şapkasını alıp gideceğini düşünen tek bir kişi bile sanırım yoktur. Arkamızda bir 7 Haziran deneyimi var, iktidarın sandıktan istediğini alamadığında neler yapabileceğini hep birlikte yaşayarak öğrenmiş durumdayız. Eğer bir kez daha aynı şeyleri yaşamaya razı olmayacaksak, çok daha güçlü ve çok daha örgütlü bir karşı koyuşu örgütlemek zorundayız.
Özetle, önce mümkün olan en büyük güçleri sandıkta “Hayır” oyu kullanmak konusunda örgütlemeli, referandum sürecindeki olası iktidar saldırılarına ve örneğin seçim-sandık hilelerinin önlenmesi gibi başlıklara karşı bir direnç yaratmalı, ancak en önemlisi hemen referandum sonrası için ayakları mahallemize, işyerimize, okullarımıza basan geniş halk örgütlenmelerimizi de hazırlamalıyız.
Türkiye büyük bir hesaplaşmaya gidiyor, devrimciler sadece kendilerinin, emekçilerin değil, bir bütün olarak ülkenin geleceğini belirleme olanağına sahipler. Tarihin bize sunduğu bu olanağı değerlendirmek üzere hamle yapmalıyız.