Guguk sistemi: Benim hakimim, benim savcım, avukatlar dışarı

Örneğin, usulüne uydurulmuş biçimde vergi kaçakçılığı serbesttir, örneğin beyaz peynirin içine kireç eklenmesi tarif edilmiş bir suç değildir vb. Ama aç bir çocuğun baklava çalması, özel mülk dünyasına büyük bir saldırıdır ve mutlaka cezalandırılır. Oysa bir bankanın batırılması ya da bir bürokratın aldığı bilgilerle
döviz “yatırımı” yapması suç değildir.

Buradan da anlaşılacağı üzere, biz, bizim anlayışımıza göre “suç”tan söz etmiyoruz. Yasalara göre suçtan söz ediyoruz.

Tekrar başlarsak, mevcut çağdaş hukuk sistemi şöyle işler; yasalarca suç olarak tarif edilmiş bir fiil ortaya çıkar. Savcılar, hukuk adamları burada devreye girer. Polis, elde ettiği deliller ile, suçu ele alır ve suçlu adayını, yani sanığı yakalar. Sanık, ancak elde kanıtlar varsa, suçlanabilir. Hiç kimse, “ben senin suçlu olduğunu düşünüyorum” diyerek, bir kişiyi suçlu olarak soruşturamaz. Ancak kanıtlar varsa, suçlu adayı, sanık, mahkemeye sevk edilir. Mahkeme, iddia makamı olan savcıdan, sanığın suçlu olduğuna ilişkin kanıtlar sunmasını ister. Kanıtlar yoksa, sanık beraat eder. Sanık, suçsuz olduğunu kanıtlamakla yükümlü değildir. İddia makamı, yani savcı, sanığın suçlu olduğunu ispatlamakla yükümlüdür.

Bu, elbette biraz “teorik”tir ama durum budur.

Bizim ülkemizde, Türkiye’de ise, hiçbir zaman böyle olmamıştır.

Bizim ülkemizde bugün durum şöyledir:

1- Önce bir suçlu vardır. Suçlu, bir biçimde “seçilmiştir”. Bu aslında “tanrıların” işine karışmak gibidir, muktedir, otorite birini bir nedenle suçlu seçer. Bu durum, seçilen için iyi değildir, ama kader denilen şey böyledir. Modern hukuk
sistemine uymuyor olabilir!

2- Suçlu, basın yolu ile halka suçlu olarak sunulur. Bu, bir malın pazara sunuluşu gibi, bir reklâm kampanyası, bir prezantasyon ile gerçekleştirilir.

3- Muktedirin seçmiş olduğu “suçlu” için polis, savcılık harekete geçer. Suçlunun ne suç işlediği bulunur.

4- Suçlu tutuklanır. Hapse konulur. Sonra kendisinin “suçsuz olduğunu kanıtlaması” istenir.

Ama bu sistemin işlemesi için, bazı “reformlar” gereklidir.

En başta, “benim polisim” oluşturulmuş olmalıdır. Bu nispeten kolaydır. Zaten erki elinde tutan muktedir, polis ve ordu gibi devletin zor gücünü kullanan kurumları da elinde tutar. Ama burada biraz daha ileri bir durumdan söz ediyoruz, “benim polisim”, “benim genelkurmay başkanım”, aslında genel anlamda zor aygıtını denetlemek değildir, onu biraz da çeteleştirerek kendine bağlamak demektir. O kadar ki, yasalar engel ise yasadışı davranacak, yasaların emrettiği şeyi yapmamaları gerekiyorsa onu yapacaklar.

“Benim polisim”, işi tek başına çözemez. Çünkü, o çok sevilen deyimi ile “bağımsız yargı”, istenileni yapmaz ve “suçlu” ilan edilmiş olan mahkemece affedilebilir ya da tersi. Bu durumda, polis şefi olarak çalışan “benim savcım” gereklidir.

Ve bu da yetmez, “benim hakimim” gereklidir. Duruma göre ne karar vermesi gerektiğini anlayıp, yasalarda buna uygun bir yer bulan bir hakim gereklidir. Hakimin verdiği kararın yasal olarak yanlış olması önemli değildir. Varsa o noktada bir sorun, hemen basın devreye girer ve karartma politikasını devreye sokar. Olmadı, kediler trafolara girer.

Ama tüm bunlara rağmen, bu sistemin işlemesinin garantisi yoktur.

İşte bu nedenle, avukatlar dışarı atılmalıdır. Yani, artık avukata ihtiyaç yoktur. Avukat ne demektir? Savunma hakkı mı demektir? Kimi kimden savunacaksın? Gerek yok. Muktedir demiş ki, bu kişi suçlu, o hâlde avukat ne iş yapacak! Yasalardan söz edecek, savunma hakkından söz edecek. Bu kadar sıkıcı, bu kadar yaratanın emrine aykırı bir tutum olabilir mi? Öyle ise, avukatlar dışarı!

İşte bizdeki hukuk sistemi böyle işlemektedir.

İsteyen herkes, biraz aklı çalışan, biraz olayları izleyebilme kabiliyeti olan herkes, buna kendi istediği kadar örnek bulabilir.

İşte bu, hukuk sisteminin guguk sistemine dönüşmüş hâlidir.

Çağlayan Adliyesi’nde, polisinin kurşunları ile öldürüldüğü ortaya çıkmış olan savcının rehin alınması sürecinde eylemcilerin avukat cüppesi ile adliyeye girmiş olması bahanesi ile, avukatların aranması, kadın avukatların nasıl sütyen giyeceğine kadar gelişen saldırılar, boşuna değildir. Savunma hakkı kutsaldır sözü, artık savunma diye bir makam yoktur noktasına evrilmiştir. Eyyyyy avuuuukatttttt sen kimsinnnnn? İşte söylenmek istenen budur. Yoksa herkes bal gibi bilir ki, eylemciler polis üniforması ile de gelebilirler, bu durumda tüm polislerin aranması gerekir mi diyecekler? Elbette ki hayır. Mesele savunma hakkıdır, mesele avukatlardır.

Bu açıdan İstanbul barosu dahil, Barolar Birliği’nin tutumu, ikirciklidir. Avukatların aranmasına karşı çıkmamak, aslında, mevcut gelişimi kavramamaktır. Mesele avukatların aranması meselesi değildir. Mesele hukuk sisteminin tamamen dönüştürülmesi, tam kontrol mekanizmasının devreye girmesi, savunma hakkının ortadan kaldırılmasıdır.

Çağlayan Adliyesi’nde avukatları yerlerde sürükleyen polis, bu hakkı hangi yasadan almaktadır? Bu, hangi hukuka dayanmaktadır?

Çağlayan Adliyesi’nde direnenleri üçüncü gün karşılayan sivil kişiler nereden ve nasıl avukatlara saldırı hakkını bulmaktadır? Bunlar yeni Ergenekon mudur? Bunlar yeni kontr-gerilla midir? Bu şartlar altında, hukuk adamı olma sıfatını taşıyan bir savcı ve hakimin görev yapması mümkün müdür? HSYK eğer hukukla ilgili ise, savcılar ve hakimler eğer hukuk adamı ise, avukatların direnişine katılmaları gerekmez mi?

Aynı gün, üç farklı adalet sarayından üç farklı karar çıkmıştır, Van Adliyesi’nde avukatların sadece kimliğini göstererek geçmeleri aranmamaları karar altına alınmış, Çağlayan Adliyesi’nde Baro’nun geri adım atması ile hakimler, savcılar ve avukatların çantalarının x-ray’den geçirilmesi kararı alınmış, Bakırköy Adliyesi’nde ise iş, kadın avukatların iç çamaşırlarına kadar ilerletilmiştir.

Çürüyen her şey dökülür.

Bizim önerimiz şudur; ülkedeki tüm hukuk fakültelerinin yönetimleri, en kısa sürede topluca istifa etmelidir. Ya da kapılarına kilit vursunlar.

Ülkemizde hukuk sisteminin zaten baştan aşağıya problemli olduğu kabul edilmektedir. Siyasi partiler hakim, savcı, avukat olmakta, davalar gazete sayfalarında bitirilmekte, hukuk ayaklar altına alınmakta, davalar ilden ile taşınmakta, davalar sanıksız yapılmakta vb. Ve tüm bu hukuksuzluk içinde mücadele eden avukatlar, savunma hakkını korumak için yaratıcı bir iş yapmaktadırlar. Kendi işlerini yapmak, müvekkillerinin hakkını savunmak,
en sıradan bir davada bile, bir mücadele, bir direniş anlamı kazanır duruma gelmektedir.

İşte bu son noktaya da sistem, ağır bir saldırı başlatmıştır.

Savunmanın tümden ortadan kaldırılması, hukuk sisteminin guguk sistemine dönüşümünün tam anlamı ile tamamlanması için kollar sıvanmıştır.