Güzel günler göreceğiz

15-16 Haziran 1970’teki büyük işçi direnişinin 49. yıl dönümünü bu ülkede yaşayanların artık daha çok alıştığı bir süreçte kutlayacağız. Neden iptal edildiğinin açıklanamadığı ama sebebini herkesin bildiği bir seçim sürecinin içerisindeyiz.

“İstanbul’u veren Türkiye’yi verir” diyen egemenlerin/iktidarın kaybetmekle vermemek arasındaki farkı iyi bildikleri ortada. 31 Mart seçimlerinde kaybedilen verilmemiştir ve 23 Haziran’da da verileceği şüphelidir. Egemenler için İstanbul’un ne kadar önemli olduğu açık. İstanbul’u vermek istemiyorlar çünkü akıl almaz rantlar burada dönüyor. İstanbul’u vermek istemiyorlar çünkü hortum ve yağmanın boyutu çok büyük. Vermek istemiyorlar çünkü binlerce vakıf, dernek, yağmacı buradan besleniyor. İstanbul’u vermek istemiyorlar çünkü İstanbul’u verirlerse kurdukları cennetlerini kaybedebilirler.

Kendileri için cennet yaratma çabasında olanlar, bizlere cehennemde yaşamayı vadediyorlar. Her gün televizyon ekranlarından haykırılan savaş söylemi bu çabanın göstergesidir. Hem iç politikasında hem de dış politikada savaşmaktan başka çözüm yolu bulamayan saray rejimi, başta Kürt halkı olmak üzere tüm halklara düşman olduğunu defalarca kanıtlamıştır. Irak işgalinin yanında olduğunu göstermek için tezkere geçirenler, Suriye’deki savaş sürecinde aktif rol almış ve tetikçiliğe soyunmuştur. Görünen odur ki efendilerinin yeni savaş senaryolarında halklardan yana tavır almak yerine içerde ve dışarda savaşı körükleyecekler.

Bir yandan yürütülen savaş ekonomisi, bir yandan akıl almaz boyutlara varan yağma ve rant, aynı zamanda artan dış borçların etkisi ile ekonomik kriz artık gizlenemez duruma gelmiştir. Her ne kadar iktidarın söylemleri ve medya ile üzeri örtülmeye çalışılsa da ekonomik kriz işçi ve emekçilerin yaşamını günden güne zorlaştırıyor. Adeta yarın yokmuş gibi ülkeyi soyanlar, yaptıklarının faturasını biz işçi emekçilere yıkmak istiyorlar. Damat bakanın açıkladığı kıdem tazminatı gaspı bu çabanın ürünüdür. Zorunlu BES uygulamaları bu çabanın ürünüdür. Temel ihtiyaçlara, elektriğe, doğalgaza, benzine art arda yapılan zamlar vergiler, toplu işten çıkarmalar bu niyetin açık göstergesidir. Devletin resmi kurumlarının açıkladığı işsizlik oranı bile %14,7 seviyesindedir. Bizler gerçek rakamın bunun çok çok üzerinde olduğunu biliyoruz. Çalışılan birçok yerde de asgari ücret dahi verilmemektedir. Aynı zamanda holdingler kar üstüne kar açıklamaya, ülke yeni milyarderler yaratmaya devam etmektedir.

Onlar kendi cennetlerinin devamı için bunları yaparken bizim cephemizde de umut inatla kendini var etmeye devam ediyor. Tüm karatmalarına, yok saymalarına, baskı, tehdit ve saldırılarına karşı direnişin ışığı bizleri aydınlatıyor. “Flormar değil direniş güzelleştirir” diyen Flormar işçileri tüm baskılara ve engellemelere rağmen direnişlerini kararlılıkla sonuna kadar sürdürdü. Cargill işçileri direniş deneyimleriyle yolumuzu aydınlatmaya devam ediyor. Anadolu’nun yüzlerce yerinde irili ufaklıda olsa devam eden işçi direnişleri umudumuzu büyütüyor. Sadece işçiler mi, her tüllü tacize, tecavüze, aşağılanmaya, yok sayılmaya karşı kararlılıkla direnen kadınlar, LGBTİ’ler, özgür bilimsel eğitim için sınıflarında, okullarında, amfilerinde direnen öğrenciler, açlık grevlerine dikkat çekmek, ses olmak için direnen analar ve tarihimizdeki tüm direnişler umudumuzun parçasıdırlar.

15-16 Haziran 1970’de İstanbul’u direnişleriyle iki gün teslim alan işçiler göstermişlerdir ki, her şeyin çok güzel olmasının tek yolu işçilerin kendi kendilerini yönetmeleridir. Gezi direnişi bize nasıl bir yaşam, nasıl bir toplum istediğimizi göstermiştir. Gezi direnişi bize, sokaklarında özgürce dolaşılabilen, tacizin, tecavüzün olmadığı, kimsenin yok sayılmadığı, sömürünün olmadığı, yardımlaşarak, dayanışma ile her sorunu çözülebilen bir toplum olabileceğini ve böyle bir ülke hayalinin aslında çokta uzak olmadığını göstermiştir. Yeter ki örgütlenelim; mahalle mahalle, okul okul, fabrika fabrika direniş çizgisinde örgütlenelim.

15-16 Haziran’dan Gezi’ye, direniş ruhuyla geleceğimizi kurmaya!

15-16 Haziran 1970’te ne olmuştu?

Sermaye, Türk-İş Sendikası’nın da desteğiyle yürürlükteki 274-275 sayılı Sendikalar Yasası ile Toplu sözleşme, Grev ve Lokavt yasalarını değiştirerek DİSK’i fiilen etkisiz kılmayı, sendika seçme özgürlüğünü ortadan kaldırarak sendikal tekel yaratmayı hedefledi. Bu saldırı karşısında DİSK, anayasanın tanıdığı direnme hakkını kullanacağını açıkladı. İşçiler sendikalarına, örgütlerine, haklarına getirilen bu yasakları yırtıp atmakta kararlıydı ve 15-16 Haziran’da İstanbul sokaklarını işgal ettiler. İstanbul ve çevre illerdeki tüm fabrikalarda üretim durdu, yüz binlerce işçi kent meydanlarına aktı. Devlet, Taksim’de işçilerin birleşmesini engellemek için Galata Köprüsü’nü açtı, vapur seferlerini iptal etti, ama tüm bunlar, işçileri durdurmaya yetmedi. İşçiler motorlarla karşıya geçip bir araya geldiler ve Başbakan Demirel’in de bulunduğu İstanbul Valiliği’ne yürüdüler. Polis ve asker barikatlarını yıkarak aştılar. Çatışmalarda üç işçi can verdi. Bu direniş, DİSK yöneticilerinin yoğun uğraşları ve sıkıyönetim ilan edilmesiyle ancak sona erdirildi. İşçiler işe geri döndüklerinde, 4 bin işçi önderi işten atıldı. Ancak tepkinin büyüklüğü, yasanın Anayasa Mahkemesi tarafından iptal edilmesini sağladı. 15-16 Haziran direnişi, Anadolu işçi sınıfı tarihinin en büyük işçi direnişi olarak kayıtlara geçti.

15-16 Haziran Direnişi’nin öğrettikleri

15-16 Haziran direnişi; işçi sınıfının bir sınıf olarak, örgütlü bir güç olarak hareket ettiğinde tüm engelleri aşabileceğini gösterdi. Burjuva yasaların icazetine sığınan uzlaşmacı anlayışları yıktı. “Hak verilmez alınır, zafer sokakta kazanılır” gerçeğini dosta düşmana gösterdi. Sendikal mücadelenin sadece ekonomik haklar elde etme mücadelesi olmadığını, demokratik ve politik haklar için de mücadelenin şart olduğunu gösterdi. İşçi sınıfı bugün daha kapsamlı saldırılarla karşı karşıyadır. Soma’daki madenci katliamı, her ay 150’ye ulaşan sayıda işçinin sermayenin kâr hırsına kurban gitmesi, işçileri tamamen güvencesiz hâle getirip patronların, işçi simsarlarının, taşeronların kucağına iten kölelik yasaları saldırıların vardığı düzeyi göstermektedir. İşçi sınıfı bugün içinde bulunduğu sürece karşı cevabı, tarihini hatırlayarak, tarihini yeniden yaratarak verecektir. Her yıl Anadolu’nun dört bir yanında yüzlerce işçi eylemi, direnişi gerçekleşmektedir. Metal fabrikalarında, maden ocaklarında, deride, kimyada, gıdada, belediyede, nakliyat ambarlarında… birçok fabrika ve işyerinde işçiler hakları için direnişe geçtiler. Şimdi direnişi ve örgütlü gücü büyütme, bir sınıf olarak mücadele etme zamanıdır!