Kayyım3310 var mıydı, yok muydu?

Yer, İkra kenti… Zaman, zamanlardan herhangi bir zaman… Olay, yaşanması güç, anlatması kolay…

İkra Belediye Konağında, makamında kayyım belediye başkanı sayın Nurettin Olursayer, karşısında ise Yaver-i Cafer oturmaktadır.

Nurettin, üç sene evvel İkra kentine kayyım olarak atanmıştı, lakin kendinden evvel de o kentte kayyım vardı. Ondan evvelki kayyım, usulsüzlük yaparak belediye mallarını, eş-dost demeden, düğünlerdeki takı merasimlerinde dağıttığından görevine son verilmişti. Onun üzerine yerine kayyım olarak Nurettin geçmişti. Zaten her beş senede bir, belediye seçimleri olsa da seçilen başkan daha makamında gelir-gider tablosuna bakamadan gelip gidiyordu.

Nurettin Başkan ile Yaver-i Cafer karşılıklı oturmuş, Nurettin Başkan kahvesini, Yaver-i Cafer ise çayını yudumlarken bir yandan da gazete haberlerine göz atıyorlardı. Cafer, başkanına sesli sesli haberleri tek tek okuyor, Nurettin ise onları kendince paldır küldür yorumluyordu.

“Yaklaşık altı ay önce Kaf Dağı’nın yarısı boşaltılmıştı. Son günlerde ise maden ocağı kurulması üzerine yapılan çalışmalar dünden itibaren durdurulmuştur. Büyük bir kitleden oluşan protesto grubu şantiye önünde nöbet tutarak çalışmaların sürmesine engel olmaktadır. Masal Kahramanları Derneği bunun üzerine açıklamada bulundu ve birçok insanın bu nöbete çağırdı. Dernek Başkanı Keloğlan şöyle konuştu; ‘Ey büyükler… Ey küçükler… Ey orta yaş bunalımına girenler… Biz yıllardır, bir dolu maceralar, hikâyeler yaşadığımız bu Kaf Dağı’ndan sürülmekteyiz. Siz de biliyorsunuz o hikâyeleri. Hepiniz o hikâyelerle büyüdünüz ve hâlâ büyüyorsunuz. Şimdi ise devlet, yabancı sermayeye bizi peşkeş çekerek evimizden, yurdumuzdan dışarı atıyor. Burada bir bor madeni ocağı kurulacakmış. Ama biz buna izin vermeyeceğiz. Direne… Direne… Kazanacağız.’ Masal Kahramanları Derneği Başkanı Keloğlan sözlerini şöyle sürdürdü; ‘Bütün yoldaşlarımızı Kaf Dağı Direnişine bekliyoruz’.”

Yaver-i Cafer okumasını burada bitirdi, çünkü Nurettin Başkan’ın haber yorumlaması kısmına gelinmişti.

“Cafer evladım Baş Diktamız ne der her zaman? Bunlar bir avuç çapulcu, der. Bir avuç çapulcu canım… Bir gün bağırırlar, ikinci gün anırırlar, üçüncü yallah… Hem devletimiz bir şey biliyor ki yapıyor bu bor madenini. Hem o Kaf Dağı’nda ne yapıyorlardı onlar? Yok biri kızın saçından çekerek odasına girmeye çalışıyor, diğeri uyuyan kızı uyandıracağım hesabına… Tövbe haşa… Namahreminden öpüyor. Onların kızlı-erkekli ne yaptıkları belli. Bizim çocuklarımızın bunlar hep ahlâkını bozdu. Hele o başkan denen Keloğlan, padişahın kızına gözü dikmiş. Tam devlet düşmanı.” Nurettin Başkan biraz duraksadıktan sonra, “O değil de bu Kaf Dağı nereye düşüyor Cafer?” diye sordu.

O anda Cafer biraz düşündü ama genel olarak takındığı tavrı hiç bozmadan cevabını şöyle verdi: “Beni bilirsiniz Başkanım. Ben iki yeri iyi bilirim. Bir ibadethane, ibadet etmek için; iki abdesthane, abdestimi almak için. Ben bu Kaf Dağı’nı ne duydum ne bildim.”

O sırada masada duran telefon çalmaya başladı. Nurettin Başkan hemen açtı, arayan kayınçosuydu. Yaver-i Cafer’ine odadan çıkması gerektiğini gözüyle çok güzel bir şekilde anlattı. Yaver-i Cafer ise hiç ikiletmeden hemen dış kapının eşiğinde kendini buluverdi.

“Alo kayınço… Sen merak etme, otopark sende. Sana enişte sözü, inanmıyor musun bana? Biliyorsun Baş Diktamızın bir tanıdığı istedi ama önceki kayyım elden çıkarmış, kayınçosuna vermiş dedim. Bak sırf senin için, Baş Diktama yalan söyledim. Aynen, üç katlı otopark ama sen rahat ol, ben sana izin çıkarırım. Dört, beş, altı… Artık uğurlu sayın kaçsa o kadar kat çıkarsın. Akşam alem yapak, ne diyorsun? Sen ayarla ortamı, belediye lokali hizmetinde.”

Tam o anda dışardan siren sesleri gelmeye başlamıştı. Nurettin Başkan ‘Ben seni sonra ararım’ deyip kapatmıştı telefonu. İki önde, iki arkada dört polis aracı ve ortada bir devlet kamyoneti tam belediye konağının önünde park etmişlerdi. Polis araçlarından bir ekip hızlıca çıkarak devlet kamyonetinin arkasından, buzdolabı kolisi boyutlarında, ahşap bir kutu indirdiler. Diğer ekip ise hızlıca belediye binasını sararak içerdekileri kontrol altında tutmaya çalıştılar. O sırada sirenleri duyan Nurettin Başkan bir eliyle bilgisayarını açıp bazı dosyaları silmeye başladı. Diğer eliyle de kilitli çekmesinden bazı dosyalar çıkartıp çöp kutusuna attı ve çöp kutusunun içindekileri yakmaya çalıştı. Ama bu işlemin tam ortasında polis memurları, iki bakanlık çalışanı ve o buzdolabı kutusu içeri girdiler. Bakanlık çalışanlarından sakallı olanı konuşmaya başladı.

“Sayın Nurettin Olursayer, kayyım belediye başkanı olarak bakanlıkça atandığınız görevinize, yine bakanlıkça el konulmuştur. Ayrıyeten, belediye paralarına el koymaktan, devletimizin haberi olmadan halktan vergi kesip kendi hesabınıza aktarmaktan, belediye binalarını hasarlı gösterip ucuza akrabalarınıza satmaktan, belediye üzerinden naylon fatura keserek kara para aklamaktan…”

Birden bıyıklı olanı sessiz ama duyulur bir sesle araya girdi. “Ve en büyük suçlama ise, bütün bunları Baş Diktamızdan habersiz yapmaya kalkışmakla…”

Sakallı olan sözüne devam etti. “Suçlanmaktasınız. Memur beylere zorluk göstermeyiniz lütfen, çünkü birkaç gün onların misafiri olacaksınız. Oradan da…”

Yine bıyıklı olan sessiz ama duyulur bir sesle “Adalet bakanlığı lokaline alem yapmaya gideceksiniz. Rahat olun! Buradaki alemleri aratmazlar size” dedi.

Polis memurları, ritüel hâline gelmiş kayyım protestolarından idmanlı olduklarından Nurettin’i hemen sepet ederek polis aracına bindirdiler. O sırada bıyıklı bakanlık görevlisi masadaki bütün dosyaları, çöpteki yarı yanık kâğıtları ve bilgisayarı toparlayıp çıktı. Diğer sakallı olan ise buzdolabı kolisini elindeki kılavuza bakarak açmaya başladı. Bir hediye paketi biçiminde süslenmiş paketin etrafına bütün belediye çalışanları, yani gözaltına alınmayanlar, doluşmuştu. O sırada Yaver-i Cafer söze, “Efendim size yardımcı olabilirim” diye atılmak istedi ama sözünü tamamlamadan paket zaten, birden açılıverdi. Ve içinden çamaşır makinasına benzer bir alet çıkıverdi. Sakallı, kocaman ‘ON’ yazan tuşa bastı ve en üstünde dokunmatik bir ekran ortaya çıktı. Sakallı bir ara duraksadığı sırada Yaver-i Cafer yine söze “Efendim olmuyorsa bir açın, kapatın” demek istedi ama bu sefer de Sakallı ‘Sus!’ diye ikaz etti. Dokunmatik ekrandan ülkeyi, dili, yerel saati ve tarih ayarını tek tek yaptı. En sonunda karşısına çıkan işlemi onayladıktan sonra, insanlar doluştukları süreden daha kısa sürede odadan kaçmaya başladılar. Çünkü buzdolabı kutusuna giren çamaşır makinası biçimli şey, birden bir insan boyutuna girivermişti. Ve robotik ağızdan ilk çıkan ses ise ‘Merhaba, ben Kayyım3310’ oldu. O anda kapının ağzından kafasını uzatan Cafer ise korkulu bir sesle ‘Ben de yaveriniz Cafer’…

Tarih yine ve yeniden tekerrür etmiş, olağandışı sayılan durum bir süre sonra sıradanlaşmaya başlamıştı. İkra kenti robot kayyıma alışma sürecini hızlıca gerçekleştirmişti. Hatta, halk ‘Robot Kayyum Defol’ diye sloganlar eşliğinde her gün eylem yapmaktalardı ve her gün gözaltılar daha çok artmaktaydı. Ülke genelinde başlayan bu protestolara karşı Baş Dikta ise şöyle bir açıklamada bulundu; “Ey İkra, bir kere o kayyum değil, kayyım. Şimdi siz kayyımı insan istemediniz, biz de robot getirttik. Kötü mü yaptık? Ne yapsaydık? Hayvan mı getirtseydik? Ama üzülmeyin. Şimdi yerli ve milli kayyım üretimine başladık. Yakında milletimiz kendi ürettiği kayyıma sahip olacak!”

İkra halkının alışma süresi ne kadar hızlı gerçekleşirse gerçekleşsin, belediye çalışanları için bu söz tekrarlanamazdı. Çünkü arka kulislerdeki dedikoduların dur durağı kesilmiyordu. Ve herkes teneke bir belediye başkanından emir almayı kendine yediremiyordu. Ama yağ çekmeyi de kendilerine bir borç biliyorlardı. Lakin öde öde bir türlü bu borç bitmek bilmiyordu.

Belediye sekreterinin masasında, hemen belediye başkanının odasının dibinde, sekreter Necla, çaycı Hasan ve Yaver-i Cafer oturmuş her gün yineledikleri dedikoduları yapmaktalardı. Çaycı Hasan “Ulan bunun gibi kaç tanesi sanayide elimden geçti, şimdi ise bu teneke başkanın çaycısı oldum. Kahvede benle alay ediyorlar arkadaş, şu kredi borcunu bitirip çıkacağım bu işten.” Sekreter Necla ise “Hasan abi teneke meneke ama adam baya çalışıyor gece gündüz.” Çaycı Hasan araya girdi; “Robot lan o, gecesi gündüzü mü var? Hem nereden biliyorsun erkek olduğunu, belki kadın… Cafer bu tenekenin cinsiyeti ne?” O sırada telefonundan Finlandiya hakkında her türlü bilgiyi almaya çalışan Cafer başını kaldırdı ve “Valla abi bilmiyorum cinsiyetini ama memleketini biliyorum. Finlandiya…” dedi. Necla ve Hasan ağızlarından hiçbir şey çıkmadan soran gözlerle “Nereden biliyorsun?” diye baktılar. Yaver-i Cafer ise leb demeden çorumun Wikipedia’da yazan bilgilerini hatmeden bir varlık olarak cevaplamayı kendine bir borç bildi. “Arkasında ‘Made in Finland’ yazıyordu.” Biraz duraksadıktan sonra “Ben de soy kütüğüme bakıyordum, baba tarafı hep Finlandiya’dan göçmüşler. Belki başkanımla akraba bile çıkarız.” O sırada çaycı Hasan lafını esirgemeden “Kesinlikle çıkarsınız, senin kafada da bir tenekelik var” dedi. O sırada Yaver-i Cafer’in telefonuna Kayyım3310’dan bildirim geldi ve içeri gelmesi gerektiği yazıyordu. Cafer odaya girer girmez, Kayyım3310 robotik sesle konuşmaya başladı.

“Cafer benim demin kulağım çınladı. Söyle çalışanlara, bir daha arkamdan konuşmasınlar. En azından telefonlarının yanında konuşmasınlar, çünkü bütün konuşmalar veri tabanıma düşmektedir. Hasan Bey’e de söyle işine son verilmiştir.”

Koltuğunda kurulan Kayyım3310, Cafer’den başıyla onay aldıktan sonra hemen “Benim ince uçlu şarj aleti sendeydi Cafer, vermen gerekiyor bana. Çünkü şarjım yüzde on beş kaldı” dedi. Cafer hemen cebinden şarj aletini çıkararak verdi. “Kusura bakmayın başkanım. Bizim köken de Finlandiya’ya dayanıyor. Aile geleneği olduğundan biz Finlandiya telefonlarını kullanırız hâlâ. Ben kaybettiğimden sizden aldım” dedi. Kayyım3310 cevap vermedi ama Cafer yağ çekmeye başlamışken sonunu getirmeden duramazdı. “Ah Finlandiya ah… Burnumda tütüyor başkanım. İkimiz de gurbet ellerdeyiz. Yıllık izinde gitsek mi beraber başkanım?” diye bir soru yönlendirdi.

Kayyım3310 bu soruyu anlamadığından robotik gözleri büyüdü ve “Dediğini anlamadım Cafer. Zaten konumuz da bu değil. Bana ihale dosyaları lazım. Hemen dosyaları bana getir” dedi. Yaver-i Cafer bütün bu işleri hâlletti ve odaya giriverdi. Kayyım3310 gözlerinden çıkan tarayıcı ışıklarla her dosyayı saniyenin onda biri olacak bir sürede taradı. Cafer’e dosyayı uzatarak “İhaleler altı çizilmiş şirketlere verilecektir” dedi. Cafer dosyayı aldıktan sonra başıyla onayladı ve “Başkanım sizin kazancınız nedir bu ihalelerde?” diye soru sordu. Kayyım3310 soruyu tam olarak anlamadığından deminkinden daha beter bir şekilde gözleri açıldı ve “Ne kastettiğini anlamadım Cafer” dedi.

“Başkanım, ikimiz de aynı memleketteniz, hemşeriyiz yani. Finlandiya’da işler sizin yaptığınız gibi yürüyor ama burada böyle yürümüyor başkanım” dedi. Kayyım3310 “Burada işler nasıl yapılıyor Cafer?” diye soru sordu. “Efendim burada bir iş yapacaksanız, avantanızı almanız gerekir” diye cevap verdi Cafer. “Sözlükte bulunamadı. Avanta ne demek?” dedi Kayyım3310. Cafer ise “Komisyon demek başkanım. Her ülkenin kendine göre kuralları vardır. Bizim ülkemizde başkan, her zaman komisyonunu alır. Halkımız da, Baş Diktamız da kendi komisyonunu alan başkanı her zaman sayarlar ve severler” sessiz bir şekilde bu sözleri ağzından döküverdi. Kayyım3310 “Bana yüklenen kurallar da böyle bir bilgi yok Cafer, sen emin misin?” dedi. Cafer ise yaverlik çizgisini bozmadan “Eminim Başkanım. Buraların örf adetleri vardır. Yani yazılı olmayan kurallar… Siz bana güvenin” dedi ve yüzünde tatlı bir gülümseme oluştu. “Peki Cafer ne yapmamız gerekir?” dedi. “Şimdi başkanım, yukarıdan gelen emre itaatsizlik olmaz ama emirden de yüzde onumuzu almak farzdır” dedi. Kayyım3310’un robotik gözlerinin yine büyüdüğünü gören Cafer “Yani başkanım, ihale ücretinden yüzde on fazla alacağız ve o yüzde on ise belediyemize bağış olacak” dedi.

Bugünden sonra her ihalede, her belediye mülkü işinde, her ne varsa o anda Yaver-i Cafer, Kayyım3310’a başkanlık üzerine özel ders vermekteydi. Kayyım3310 ise kendi veri tabanına ‘Yazılı olmayan kurallar’ adı altında bir dosya açmış ve denilen her şeyi oraya yazılı olarak kaydetmişti. Ve Cafer’in ağzından çıkan her anlamadığı kelimeyi, anlamlarıyla beraber kendi sözlüğüne eklemeyi de ihmal etmemişti. Hatta bir süre sonra Kayyım3310, sekreteri Necla’ya işlerinin ters gittiği bir zamanda şöyle bir emir vermişti; “Necla Hanım, sinirden her yerim gıcırdamaya başladı, bana sade bir motor yağı getir lütfen. Motor yağının kırk yıllık hatırı olur.”

Kayyım3310 zamanla tam bir kayyım olmayı başarmıştı. Belediye binası önünde yapılan eylemler artık daha bir şiddetli geçmekteydi. Kısa süre içinde İkra kentine alınan polis sayısı nerdeyse üç katına erişmişti. Yapılan ihalelerden bağış adına daha fazla avanta almakta ve belediye üzerinden, Yaver-i Cafer’in gösterdiği adamlara, naylon fatura kesmekteydi. Ve hepsini, Baş Dikta’dan habersiz yapmaktaydı. Kayyım3310, Yaver-i Cafer’in verdiği her dersten yüksek notla mezun olmuştu. Hatta ‘Başkanım bu fazla olmaz mı?’ dediği yerlerde bile, Kayyım3310 aldığı derslere dayanarak önerileri kabul etmeyip bildiğini okuyordu. Yani, robotik boynuz kulağı geçmişti.

Odasının her yanını şatafatla doldurtmuş. Kendinin zengin yaptığı çevreye her hafta yemekler verip, eğlenceler düzenlemekteydi. Halka bir korku yağdırıp ama anlaşmalı basında kendini melek bir robot gibi göstermeyi de ihmal etmiyordu. Anlaşmalı bankalarda, farklı isimlerde hesaplar açtırarak mal varlığına her geçen gün bir fazlasını da ekliyordu. ‘Teneke’, ‘Robot’, ‘Hurda’ gibi sözlere alınganlıkları yavaş yavaş başlamıştı bile. O lafı kullanan biri olduğunda direk ev baskınıyla aldırıp birkaç gün, belki birkaç hafta içerde tutturmayı da ihmal etmiyordu. Bunun en unutulmayan örneği bir toplantıda gerçekleşmişti.

Belediye bağışı adı altında alınan paranın yüzdesinin artırılması ardından bir toplantıda büyük bir gerginlik oluşmuştu. Masanın köşesinde bulunan, üç kat gıdısı bulunan zengin bir firma sahibi “Başkan, bu kadar bağışa insaf yahu… Ne yapacaksın bu kadar parayı, hurdalığa mı götüreceksin?” lafını esprili ama alttan alta laf sokma amaçlı söylemişti. Gıdılı zengin o günün akşamı evinden alındı. Vergi kaçırmaktan ve belediye ihalelerinde rüşvet vermeye çalışmaktan tutuklanmıştı. O günden sonra bu laflar artık tarihe kazınmış. Kayyım3310 tam bir insan olmuştu.

Kayyım3310 ne kadar değişse de Yaver-i Cafer değişmemiş. Hâlâ başkanı kim olursa olsun, ona sabahları gazete haberleri okumak görevini ihmal etmemişti. Yine Cafer, başkanına sesli sesli haberleri tek tek okuyor, Kayyım3310 ise onları kendince paldır küldür yorumluyordu.

“Yağmur Ormanlarında dün büyük bir yangın yaşandı. Sebebinin tam olarak ne olduğu bilinemeyen yangında dokuz yüz hektarlık alan kısa süre içinde yerle bir oldu. Yangın söndürme uçaklarının çalışmamasının ardından yangın daha da büyüdü ve söndürme çalışmaları daha fazla uzadı. Uçakların çalışmaması üzerine sosyal medya üzerinden halk tepkiler yağdırırken, Baş Diktamız şöyle bir açıklamada bulunda; ‘Zaten 10 tane uçağımız var, 3’ünün motoru yok, 2’sinin pilotu içerde, 4’ünün benzini bitmişti. Geriye kalıyor bir tane, ona da benim küçük oğlan binmişti. Ne var yani? Binmesin mi? Ey Yağmur Ormanları, geçmiş olsun dileklerimizi kabul et. Ama üzülmeyin yanan ormanların yerine yerli ve milli ormanlar yapılacak.’ Yangın söndürme çalışmaları hızlı bir şekilde devam ederken Baş Dikta ‘Bizim oğlan uçaktan inmiş, her şey kontrol altında’ diye sözlerini tamamladı. Birkaç gün içinde yangının söndürüleceği yetkililerce açıklandı.”

Kayyım3310 haberin bitmesine müsaade etmeden hemen yorumlarına başladı. “Biliyorsun Cafer? Baş Diktamız en iyisini bilir. Ne var yani yangın söndürme uçakları o an meşgulse? Hem her şeyi devletten beklemesinler, oranın belediyesi ne yapmış? Hiç… Anca devletten medet ummuşlar. Bak bize her şeyimiz tam, bir olay olsa pat hâllederiz. Bir belediye görevini tam yapamazsa o yerde her zaman sorun çıkar Cafer. Unutma bu dediğimi!” Bu sözlerinin ardından “Hem orası yağmur ormanı, adı üzerinde yağmur… Her dakika yağmur yağıyor, zaten bıraksan iki günde kendi kendine sönecek. Bu basın da her şeyi abartıp milleti gaza getiriyor” diye konuştu. O sırada siren sesleri duyuldu. Pencereden bakan Cafer başkanına “Geliyorlar başkanım” demekten başka çare bulamadı. Cafer odadan çıkıp içeriye koştu. Kayyım3310 ise masasında duran dosyaları kendi gözünden lazer ışıklarla yok etmeye başlamıştı bile. Ama tarih yine tekerrüre devam etmiş, polis içeriye dalmıştı, arkalarında ise Sakallı ve Bıyıklı bakanlık çalışanları vardı. Sakallı sözlerini kısa tutarak “Kayyım3310 bu süre içinde verdiğiniz hizmet için teşekkür ederiz ama artık göreviniz başka bir yerde devam edecek” dedi. Kayyım3310’un robotik gözleri o anda sorar bir şekilde büyüdü. Bıyıklı olan araya girdi. “Hurdalıkta devam edecek. Seni sahtekâr teneke seni…” diye ekledi. Sakallı, Kayyım3310’un yanına yaklaşarak onu tekrardan çamaşır makinası biçimine soktu ve odadan çıkartılar. Arkasında kalan belgeleri de alıp çıktılar. Odaya bu sefer büyük bir plazma kutusu girmişti. Ve içinden bir sonraki kayyım çıkmıştı. Ağızından robotik bir ses olarak “Merhaba ben Kayyım-Mac” çıktı. Kapı ağzından tek bir ses duyuldu ondan sonra “Ben de yaveriniz Cafer…”

Emre Kalaylar