“Merkezî bir çözüm odağı olmaktan geri adım atmamalıyız”

İktidarın yürüttüğü başkanlık sistemi tartışmalarının ardından son olarak adına “partili cumhurbaşkanlığı” denilen anayasa değişiklik önerisiyle hedeflenen nedir?
Başkanlık sistemiyle AKP-Saray’ın ülkeyi Erdoğan’ın emrine amade etmek, rejimin ortaçağ aklına kadar geriletilerek var olan özgürlüklerin ve hakların ortadan kaldırılmasıdır. Bu nedenle inançlı kesimler de dahil olmak üzere laiklik düşmanı sözlerle saldırıyorlar. Kadın düşmanı açıklamaları kadın cinayetlerinin artmasına neden oluyor.
Cemaat yurtlarında çocuk istismarları hortluyor. Eğitimi her gün akıldan ve bilimden uzaklaştırıyorlar, evrim teorisini müfredattan çıkarıyorlar.
Karşımızda duran bir anayasa değişikliği değil islamcı milliyetçi bir “tek adam rejimi” ne geçiştir. Meclisin yasama ve denetleme yetkisi ortadan kaldırılıp başkan ilan edilecek şahsa teslim ediliyor. Hesap sorulacak bakanlar ve hükümet ortadan kaldırılıyor. Gidip “tek adam” dan halk nasıl hesap soracak? Bugün Erdoğan’a hakaretten pek çok insan cezevinde.
Dünyadan örneklere bakılıyor, başkanlık sisteminin ülkeleri geriye götürdüğü bir gerçek ama gericilikte bu ucube önerinin eşi ve benzeri yok.
AKP’liler de bu öneriyi savunamaz durumdalar, kendini hep ‘hayır rejim değişikliği yapmıyoruz, yöntem değişikliği yapıyoruz’ diye savunma çabasındalar. Ilk dört maddenin umurlarında olmadıklarını açık ettiklerinde MHP ile olan işbirliğinin hiç de garanti olmadığı ortaya çıkıyor. MHP’nin oyuna güvenmeyen Devlet Bahçeli “benim bir evet oyum var” diyerek örgütün tavrını ifade edemediğini ortaya koydu.
Toplumsal mücadele güçlerinin bu sürece dair tutumu ne olmalı? Ortak mücadele hattı nasıl örülmeli?
Türkiye’deki sol ve sosyalist güçler olarak dersimizi biraz geriden alarak çalışırsak daha sağlıklı sonuçlar alabiliriz. Yakın geçmişimizde önemli deneyimler var. Gezi deneyimi var. 7 Haziran deneyimi var.
7 Haziran’daki tartışmalarda siyasetin uzağına düşen, kendini yerellere veya soyut söyleme kapatan sol, toplumun genel algısının ve seçimin uzağına düşen bir muhalefet anlayışını mahkum etmek zorundayız. Sol bugün olacakları “fark etmez” diyerek karşıladı. 7 Haziran’ın gereğince üzerine eğilmedi. Bu süreçte HDP’nin çok önemli ve doğru bir sınav verdiğini ifade etmek lazım.
HDP, cumhurbaşkanlığı seçiminden başlayarak, Türkiye’de sadece bölgede siyaset yürütmeyi bir kenara bırakarak, çözüm sürecinin de çok önemli getirisiyle birlikte, Türkiye’nin geleceğini belirlemek üzere ‘ben Cumhurbaşkanı adayı belirliyorum’ dedi. Nerdeyse yüzde 10 oranla çok önemli bir sonuç elde etti. Bu sonuçla 7 Haziran’a ilerledi.
Bugün çok kristalize olarak karşımıza çıkan başkanlığa, daha o günlerde, ‘Seni başkan yaptırmayacağız’ diyerek çok açık olarak karşı çıktı. Bu söz demek ki, muhalefet yapma biçimi olarak doğru bir sözdü, doğru yere temas etti ve doğru bir biçimde yapıldı. Bir parti olarak yapıldı, seçime yönelerek yapıldı. Merkezi iktidarı hedefine koyarak yapıldı ve merkezi iktidara karşı herkesi davet ederek demokratik bir tarzda yapıldı. Toplumla buluşmanın en geniş yöntemi bulunmaya çalışılarak yapıldı. Başarı sağladık. TİP’ten sonra en önemli seçim başarımızdı.
Fakat bunu göremediğimiz gibi, sonrasında da doğru bir okuma yapılmadı. 7 Haziran’ın ardından AKP siyasi bir darbe yaptı. Koca bir seçim sürecini yok sayarak, Türkiye’nin karanlık sürecine imza atmaya o günlerden başladı. 7 Haziran’dan 1 Kasım’a varan süreçte Kürt sorununda şiddet tam anlamıyla AKP’nin istediği biçimiyle yer buldu. Oysa 5 Haziran’da patlayan bombalara karşı olan aklı selim tutum devam etseydi 7 Haziran başarısı katlanarak devam edecekti. Toplum, kararını 1 Kasım’da AKP’den yana kullanmış oldu.
Bu okumayı yapabilirsek siyasetimizi, mücadelemizi nasıl kurmalıyız kısmına daha açık olgularla karar verebiliriz. Bunu yapsaydık, belki de bugün başka bir güçle sahneye çıkıyor olacaktık.
AKP, 1 Kasım’dan sonra şiddeti artırarak şehirleri yerle bir ederek ve yanına MHP’yi alarak tam bir kutuplaştırma yarattı. CHP dokunulmazlığın kaldırılmasına, Ortadoğu’da savaşa girilmesine “hayır” diyemedi. Hayır’ı bugünlere kadar erteledi. Tam olarak AKP’nin istikra getirmediği anlaşıldığında 15 Temmuz oldu bu yüzden de ‘Allah’ın lütfu’ diyerek toplumsal muhalefete ağır düzeyde bir saldırı başladı. Cizre’den başlayıp Cumhuriyet gazetesine kadar uzanarak.
Bu süreçte dahi, bu gidişata müdahale edebilirdik. HDP’ye karşı yapılan dokunulmazlık oylamasında bu tutumu takınsaydık, belki de başka bir şekilde ve güçte ilerleyecektik. Belki de CHP’ye bu okumayı yaparak yöneliyor olsaydık, tüm bu aşamalarda gerçek muhalefet rengini buluyor olurdu. Muhalefet bir kez daha sınavı veremedi, bu sefer onu kurtaracak bir HDP siyaseti de kalmamıştı. Kutuplaştırılan, korku salınan, baskı altındaki ortamda HDP geri plana düştü. HDP de dokunulmazlık konusunda hızlı ve açık bir tutum sergileyemedi.
AKP-Saray bu noktada içerde ve bilfiil Suriye politikasında savaş politikası izleyerek Türkiye’yi başkanlığa mecbur bırakmak istedi. MHP’yle kenetlenerek bu politikayı yürüttü. Suriyede de aslında orduyu da işin içine katacak tarzda Ortadoğu batağına girmek konusunda hiçbir şekilde tereddüt etmedi. Çünkü, toplumun gözünün açılacağından çekindi.
Tüm bu süreçlerden AKP gerileyerek çıktı. Bir kere AKP bir bütündü cemaatle, ama ölümüne bir ayrışma yaşadılar. Buna benzer bir şekilde başbakanı, içişleri bakanını tasfiye etti. Yekpare bir durumu kalmadı.
Muhalefet olarak hayır kampanyası yürütürken, AKP’nin Suriye politikasındaki yenilgisini anlatmalıyız. ‘Yenildik, baştan sona biz hata yaptık’ dediler. Demek ki AKP’nin cürmü buymuş. Irak başbakanına kabadayılık yaptı, Rus uçağını düşürdü, dedi ki ‘evet onu ben düşürdüm’. Sonra Putin’le ayrı bir şekilde bir araya geldi. Esed dedikleri, Esad haline geldi.
Bizzat Rus Büyükelçisini sırtından polis teşkilatından biri vurdu. Bu aslında AKP’nin nasıl bir handikap içinde olduğunu çok açık gösteriyor. Bu sefer Rusya “allahın lütfu” dedi ve AKP’yi dış siyaset açısından kendi istediği biçimde eğip bükmeye başladı
Bunların hepsi şu sonucu çıkarmamızı sağlamalı. AKP, 7 Haziran’dan 1 Kasım’a geçen süreçte topluma sözümona istikrarı işaret ederek iktidar haline gelmiş olabilir. Ama şu bir gerçek ki toplum, bir alternatif gördüğünde, diyor ki ‘ben bunun yanındayım’. Unutmayalım, bu saatten sonra AKP’nin istikrarı fasa fisodur.
Şu anda eğer işsizlik resmi verilere göre yüzde 11 küsur ise, daha yüksek olduğunu biliyoruz, bunun iki katını düşünmeliyiz. Dolar toplumun canını yakar tarzda bu noktaya geliyorsa, demek ki istikrar fasa fiso. Halk başkanlığı değilse bile bunu çok iyi biliyor. AKP referendum süresince istikrar diye bir şey anlatamayacak.
Bu yenilmez yıkılmaz ilan edilen tek adamlığın dediği bir şeyi yerine getiremediğini çok açık ortaya koyuyor.
Muhalefetin başta CHP ve HDP’nin içinde yer aldığı demokratik bir işleyişle yürüyen başkanlığa hayırı örgütlü yürütmenin önemli bir zemini olan “Demokrasi İçin Birlik” önemlidir. Biz parti olarak en aktif şekilde içerisinde yer alıyoruz. Fakat biliyoruz ki çok daha geniş katılımla bir “Hayır” cephesi örgütlenebilir. AKP ve MHP tabanına seslenir sözlerle her saniyeyi her yeri kuşatmalıyız.
Referandumdan çıkacak olası iki farklı sonuca göre; toplumsal mücadele güçleri nasıl konum almalı?
Hayır çıkarsa ki veriler ve öngörüler bunu işaret ediyor. Hedef ve inancımızı küçültmenin hiç bir manası yoktur. 7 Haziran’daki gibi rejimin değişmesini engellemiş olacağız, meclise ve seçilmiş vekillere dokundurtmayacağız. Buradan sora muhalefet gerçek bir alternatif olduğunu, ülke geleceğinin teslim edilebileceğini açık anlaşılır bir şekilde ortaya koymalıdır. Vazgeçmesinin zor olacağı AKP-Saray ile mücadele tam manasıyla bitene kadar devam etmelidir edecektir de.
En geniş birlik zeminine mecbur olduğumuz bu süreçleri en demokratik anlayışla yapmalıyız. Sol bu sürecin başat unsuru olduğunu unutmamalı hep dipdiri hep kucaklayan tarzda yürümelidir.
Siyasetsizlik alaşağı edilmeli. Merkezi siyasetin çözüm odağı olabileceğimi ortaya koymalıyız.
Evet çıktığı durumda da en geniş birlik zemini mutlaka korunmalıdır, toplum bir yol ayrımını en güçlü şekilde ortaya koyacaktır. Bu kaynamanın elbette patlama noktası olacaktır. Evet çıktığı durumda da, her ne olursa olsun, hayır kampanyasını canla başla yürütenler iyi bir karneyle çıkmış olacaktır. Yarattığı dinamik ve örgütlülükle bundan sonra Türkiye’nin sürükleneceği tehlikeye karşı nasıl mücadele edileceği, nasıl durdurulacağı konusunda bir yol illa ki bulunacaktır.
“Ayak takımının” elindeki çareler ne kadar zorda kalırsa kalsın hiç bir zaman tükenmedi yine tükenmeyecek. Zulme karşı hıncımızın volkan olduğunu dost düşman görecek.
En kucaklayıcı, en anlaşılır “HAYIR” ları dağa taşa yazmaktan ve anlatmaktan bir saniye geri durmayalım.