Neo-liberal siyasal İslam; bir proje olarak AK Parti-Erdoğan

Ama emin olun, egemen sınıf içinde, ister ordudan, ister eski elitlerden,isterse “yeni” elit dediğimiz muhafazakâr İslamcı kesimlerin hepsi, farklı tarzda kendisini tanıyordur. Graham Fuller, “Yeni Türkiye” isimli kitabını yazdığında, muhtemelen daha AK Parti iktidarda değildi ve Fethullah Gülen ile muhtemelen çok derin ilişkiler kurulmuştu. Bugünlerde “yeni Türkiye” sözünü sürekli olarak duymaktayız. Ne olduğunu bize açıklamadan Tayyip ve Davutoğlu, sürekli ‘yeni Türkiye’den söz ediyorlar. Graham Fuller, bu sözün patentini almış olamaz. Ama ılımlı İslam’a dayalı bir Türkiye’den söz ettiğini, yıllar önce de Kaldıraç sayfalarında okumuş olanlar vardır. Demek oluyor ki, bir “yeni Türkiye” planı var.

Bu, şu açıdan da ele alınabilir, demek ki, eskisi ile iş göremiyorlar.

Bu yeni Türkiye, ılımlı İslamlı, neo-liberal İslamî bir Türkiye olarak planlanmış olmalı idi. Oysa bugünlerde, bu projenin çoktan miadı doldu. Erdoğan ve ekibi, bir proje olarak geldiklerini biliyorlar. Kendilerinden işi bildiklerinden olacak, HDP’ye de bir uluslararası proje demekten geri durmuyorlar. Kişi kendinden bilir işi. Hırsız, her eve gireni kendisi gibi hırsız sanırmış. Şimdi, Erdoğan ve ekibi, daha çok da Erdoğan -zira bir muktedir olarak onun ekibe ihtiyacı da yok-, sanıyorlar ki, ABD aynı projeyi, kendileri olmadan devam ettirmek istiyor. Oysa doğru değil, ABD politikalarının hangi sıklıkta değiştiğini anlamak için, mesela yakın dönem, AK Parti ile aynı yıllarda yaşanan Irak işgali ve sonrası politikalarına bakmak mümkündür. Bugün, hiçbir Amerikan gazetesi, hiçbir Amerikan kalemşörü, hiçbir Amerikan memuru, hiçbir Amerikan projesi (muktedir gibi), dün söyledikleri şeyi, Amerika Irak’a demokrasi götürüyor sözünü söylemiyorlar. Hatta hatırlamak bile istemiyorlar. Irak’a demokrasi götürme projesi, içeriği aynı olmak üzere, bu kez başka biçimler almaktadır ve bu ABD için sorun değildir. ABD, belli bir uzaklıktan, sürece genel olarak bakabilmektedir. Mesela Erdoğan ve Davutoğlu’na, Suriye sürecine dahil olun dediklerinde, El Nusra vb.lerine silâh sevkiyatına izin verdiklerinde vb. hep beraberdiler. Onlar da en az Erdoğan kadar, en az o kadar suçludurlar. Ama gün geldi, IŞİD, kimyasal silâhlar kullanmaya başladı ve gün geldi, ABD, ustaca manevra yapıp, IŞİD’e tüm desteğine rağmen, ona karşı imiş gibi davranabilmektedir. Oysa Türkiye, bir yandan işin içinde doğrudan ve yakınen olduğundan, diğer yandan bir bölge ülkesi ve oyun kurucu olmadığından ve üçüncüsü bu denli bir vizyona sahip olmadığından, El Nusra ve IŞİD ile girdiği kanlı ilişkileri gizlemekte ve IŞİD’e karşı mücadele bayrağı açmak manevrası yapmakta o denli başarılı değildir olamazdı. Bu nedenle, ABD’nin manevraları, onu takip etmeye çalışan Türkiye’nin, sürekli şamar yemesine neden olmaktadır. Timsahın kuyruğuna burnunu bu kadar sokarsan, sürekli kuyruk darbelerini başında hissedersin.

Şimdi, ABD’nin elinde bir “ılımlı İslam” denemesi var. Bu deneme ile, İslam’ı, tüm coğrafyada, bu arada Türkiye’de de nitelik olarak zayıflattılar. Ama bu deneme Türkiye’de işe yaramıyor ve Ortadoğu için de artık çok fazla anlamlı değildir. Sünni ve ılımlı İslam projesi, tersine Sünni ve radikal İslam projesine dönüşmüştür. ABD için bölgeyi kontrol etme projesi, şimdilerde tüm Suriye ve Irak coğrafyasını (mevcut devletlerin eski sınırları anlamında bunu söylüyoruz yoksa zaten ortada ne sınır vardır ne de bu devletlerin eski hâlleri) ve daha da geniş bir alanı, bilfiil dümdüz etmek, tarihi ve coğrafyası ile, insanı ve kültürleri ile yok etmek istiyorlar. IŞİD’in akıl almaz eylemleri, bu düzleştirme, imha etme siyasetinin kendisidir. Elbette bunu bizzat kendileri yapmayacaktı. Çünkü onlar ardından gelecek, yekpare camdan gökdelenler dikecek, sokaklarında tarih, sokaklarında çocukların tarihle yoğrulmuş hâli olmadan yeni Dubai’ler kuracaklar. Kârları da
cabası. Planladıkları budur. Ama Ortadoğu, her zaman şişenin içinden cin çıkartan, halıyı uçuran bir yerdir. Onlar planlıyor diye onların dediği olacak değildir.

Ama bu durum bize Erdoğan’ın, işinin çok zor olduğunu göstermektedir. Hele ki, İran ile imzalanan anlaşma, mutlaka ve mutlaka, İran’a karşı kullanılan ılımlı İslam’ın da arkasındaki desteği azaltacaktır. Mutlaka ve mutlaka, Türkiye ve Suudi Arabistan gibi ülkelerin stratejik önemlerini değiştirecektir. Yine ‘yeni Türkiye’ demeleri mümkün, ama bunun ılımlı İslam ile olma ihtimalı artık daha da düşüktür. Tayyip ve ekibi ile olmayacağı da kesindir.

Bu noktada, açıkça söyleyebiliriz ki, bu 20 yıllık proje, Türkiye’de İslam’a büyük ölçüde zarar vermiştir.

İslam uzun süre, emperyalizme karşı mücadele ile birlikte anılmıştı. Ama ABD patentli, SSCB’ye ve komünizme karşı savaşa endeksli yeşil kuşak projesi ve ardından geliştirilen bu ılımlı İslam projeleri, İslam’ı, emperyalist güçlerin oyuncağı hâline getirmiş gibidir. Kuşku yok ki, bunun dışında İslamî güçlerden, hâlâ anti-emperyalist olan güçlerden burada söz etmiyoruz.

Erdoğan, “allahın bütün vasıflarını taşıyan adam” hâline geldiğinde olup bitenden söz ediyoruz. Müteahhitlik işlemlerinden, ortaya çıkan korkunç soygun ve rant sürecinden söz ediyoruz. Allah zenginliği istediğine verir derler, Erdoğan ve çevresi, bu artan zenginlikleri nedeni ile olsa gerek, seçilmiş ilan edildiler. Karaman, kendisi düne kadar saygın bir din adamı, en azından hakkaniyete sahip bir kişi olarak bilinirken, birden bire, rüşvet ve yolsuzluklar konusunda fetvalar vermeye başladı. Efendim halife de %10 alırmış gibi. Yenilen rüşvete, korkunç boyutlardaki yolsuzluğa böyle yaklaşan bir mantık, ne İslam’ı bir yere taşıyabilir, ne de eğer varsa bir gelecek planları, bunu kurabilir. Hırsızlığa onay veren fetvalar çıkarmak, hangi zaman diliminde olursa olsun, o kişilerin savunduğu değerlerin tümüne zarar verir. Burada, bunu İslam adına yapmaktadırlar.

Bizim zaten bu süreçteki tutumumuz taraflıdır, bu nedenle, biraz daha karşı tarafın argümanlarını dikkate alalım diyerek yavaşlasak, maalesef daha kötüsünü görüyoruz.

Bir savunma, Erdoğan’ın, kutsal bir amaç için, kendisi için değil, bu serveti biriktirdiği yolundadır. Bir gazeteci, ben bu paraları gözümle görsem, Erdoğan’ın bunları yarın hayırlı bir iş için kullanmak üzere evinde topladığını, zekât olarak aldığını düşünürüm yollu konuşmuştu. Detayları bir yana bırakalım. Bu gazeteci diyor ki, bizim tüm İslam âlemi için bir amacımız var. O ayakkabı kutularının içindeki paralar Kosova’ya okul için gidiyordu vb. Erdoğan da İslam âlemini emperyalizmin zulmünden kurtarmak için, her yol ve araçla para toplamaktadır. Dediğinin özeti budur. Hırsızlık olduğuna bakmayın, aslında bunlar ulvi bir amaç içindir.

Biz devrimciler, devrim için, gideriz büyük zenginlerin paralarına kamu adına el koyarız, devrimden önce kısmî bir kamulaştırma yaparız. Dünya tarihinde bunun sayısız örneği vardır. Ama birincisi, bunu kendi çıkarlarımız için kullanmayız, ikincisi bunu yakalanmadan önce de savunuruz.

Erdoğan, eğer bir halife ise, gizli bir halifelik kurulmuş ise (ki bu durumda IŞİD ile halifelik üzerinden bir savaşa tutuşmuş olmaları da gerekir) ve buna dayalı olarak %10 alıyorsa, bunu önceden ilan etmelidir. Öyle ya, belki destek verecek olanlar, gönüllüce verirler de, o da kaçırmak zorunda kalmaz. Belki onlar doğrudan Kosova’daki okula kendileri götürler de, sonrasında böylesi yalanlar uydurulmak zorunda kalınmaz. Paranın tümünü Bilal’in vakfına depolamak gerekmez, TIR’ların içinde silâhlar olduğunu ve paralarını Katar şeyhinin Bilal’e ödediğini gizlemek zorunda kalmazdınız. Hem sonra, burada kimden ne gizleniyor? ABD, CIA, Gülen, Almanya, İsrail, İngiltere biliyor, her şeyi biliyor ise, kimden bu gizlilik, halktan mı? Hırsızlığa ulvi bir amaç eklediniz mi, aslında o inançları da yerle bir etmiş olursunuz. Yaptıkları da budur, İslam adına savunulacak bir şey yapmıyorlar.

Diyelim ki, Erdoğan’ın amacı İslam dünyasını ayağa kaldırmak olsun. Bu Osmanlıcılık değildir. Yani, biz bir imparatorluk kuracağız değil de, biz, İslam dünyasının hep birlikte emperyalist boyunduruktan kurtulmasını sağlayacağız olsun. Amaç bu ise, Erdoğan bir yolunu bulumalı ve NATO’ya ait tüm sırları aleni hâle getirmelidir. Mesela Suriye’ye karşı savaşı desteklememesi gerekir, tersine İslamın kurtuluşu’ndan sonra Suriye ne olacak diye tartışıyor olması gerekirdi. Suriye’de, Irak’ta, ABD adına tetikçilik yaparak, ulvi amaçlar mı gizleniyor? Öyle ise ne zaman bu ulvi amaçlara uygun bir tek adım görebileceğiz? ABD ne istiyorsa yapmak, acaba bir yol mudur?

Bu hanım gazeteci, kusurumuza bakmasın ama onun düşüncelerini haklı çıkartacak hiçbir şey bulamadık.

Diyelim ki, proje Osmanlıcılık olsun, öyle anlaşılıyor ki, Davutoğlu’nun böyle hayalleri var. Bu durumda, bölge devletlerinin zayıflaması, yok edilmesi yolu ile bir imparatorluk peşinde oldukları açıktır. Bu ne demektir? Bu emperyalizmi kovmak değil, bu ABD adına, bölgede büyük bir imparatorluk olmak demektir. Hayaldir, çünkü, emperyalizm denilen şeyi, bir dirhem anlamamaktır. Dahası, İslam tarihini, bir dirhem olsun bilmemektir. Tam bir cehalettir. Biraz tarih bilen herkes, biraz emperyalizmi tanıyan herkes, ABD’nin emrinde büyük bir devlet olup da, oradan bağımsızlık bulmanın, çocukların bile kurmayacağı bir hayal olduğunu bilir. Buna ham hayal deniyor. Üzerinde egzersiz yapılmamış, defalarca kurgulanıp ele alınmamış demektir.

Ve aklımıza bir temel soru geliyor. Acaba, ister Osmanlıcı olsunlar, isterse büyük bir İslamî özgürlük ve bağımsızlık hareketi başlatmış olsunlar, diyelim ki zafere ulaştılar, işler nasıl yürüyecek? Mesela Türkiye NATO’da mı kalacak? Dağ gibi yiğit Erdoğan, muktedir de olmuş iken, %10 rant için verdiği kavganın binde birini NATO’dan çıkmak için verse acaba olmaz mı? Yoksa ona daha sıra gelmedi mi? İşler nasıl yürüyecek, yine ihaleleri kardeş firmalar mı alacak? İşler nasıl yürüyecek, yine madenlerde işçiler sırf fıtratında var diye mi ölecek? İşler nasıl yürüyecek, toprak ağaları mı olacak? İşler nasıl yürüyecek, birkaç dünya zengini istedi diye Karadeniz’in dağları 2600 km yol ile delik deşik mi edilecek? İşler nasıl yürüyecek, yine rüşvet diz boyu mu olacak? İşler nasıl yürüyecek, bir bürokratın, bir varlıklının oğlu bir kişiyi arabayla ezince olay kapatılacak mı? İşler nasıl yürüyecek, yine mülk muktedirlerin mi olacak, günlük hayatta mülk muktedirlerin, dua sırasında mülk allahın mı olacak?

Eğer bunlar değişmeyecekse, eğer sizin düzenininiz yine bugünkü gibi olacaksa, sizin bugünden bir farkınız olmayacaksa, ulvilik bunun neresindedir. Dünkü düzenin savunucuları, kendi düzenlerini, kendi egemenliklerini kendileri için cennet diye sunuyorlardı bugün de siz aynısını yapıyorsunuz, farklılık nerededir, ulvilik nerededir?

Siyasal İslam, büyük ölçüde, neo liberal politikalarla örtüşmektedir. Ortada, kurulu sisteme karşı bir mücadele varmış gibi yapılmaktadır. Bunun için simgeler bulunmakta ve din acımasızca kullanılmaktadır. Mesela camilerin yapımı, mesela başörtüsü vb. Oysa, ülkenin tüm fabrikaları satılmaktadır. Neo-liberal politikalar dışında bir politikası olmayan bir İslamî hareket, düzenin bugüne kadar verdikleri dışında kime ne vaat edebilir.

Neo-liberal politikalara karşı adım atmak için, neyi beklemeleri gerekiyor?

Mesela iş güvenliği, mesela sendikalaşma için neyi beklememiz gerekir? 300’den fazla işçi öldüğünde fıtratından söz etmek, utanılası bir şey değil midir? Bu ayıbı, hiçbir kuvvet Erdoğan’ın yüzünden temizleyemez. Ve yetmedi, diyanet işleri, altında milyonluk zırhlı araba ile dolaşan, milli eğitim bakanlığından, sağlık bakanlığından fazla bütçesi olan diyanet işleri bakanlığı, katledilen işçiler için cuma hutbesi verdi. Bu hutbede, çalışanların ölmemesi için, aşırı önlemler almak,
allahın işine karışmak olarak ele alınmaktadır. Böyle sunulmuştur. Bu utancı, kim temizleyebilir? Madem diyanet işleri, bu kadar önlem almanın allahın işine karışmak olduğunu düşünüyor, neden kendisi zırhlı araba ile dolaşıyor, müsade etsin de kendisinin canını yaratan korusun. madem işyerlerinde önlem almak bu kadar allahın işine karışmaktır, bırakalım da cumhurbaşkanı, 300 kişilik koruma ordusu ile dolaşmasın, işin fıtratında ne varsa o gerçekleşsin, yaratan onu da korur diyelim olmaz mı? Sarayda çeşniciler tutmak, sarayı ışıkları ile konuşturmak, masal alemine kırk haramiler gibi dalmak, acaba, allahın işine karışmak olmuyor mu?

Demek ki, Erdoğan’a inanmış bir “masum”un gözü ile bakınca da durum iç açıcı değildir. AK Parti, bir Amerikan projesidir ve büyük ölçüde İslamî hareketi emperyalist sistemle bütünleştirme işini görmektedir. Kuşkusuz Türkiye’nin Ortadoğu’da bir Amerikan kaması olarak kullanılması vb. yanısıra.

Ve bir kere daha ortaya çıkıyor ki, Erdoğan, büyük bir rant sistemi kurmuştur. Bu rant sistemi, havaalanı, otoyol, konut projeleri vb. yapmaya endeksli müteahhitlik sistemidir. Birkaç taşeron, Ağaoğlu, Mehmet Cengiz, Taş Yapı, Varyap vb. etrafında toplanmış, her biri belli bir yüzde ile çalışmaktadır. Erdoğan, açık olarak söylemektedir: Benim işim rant yaratmaktır. Onu yapmaktadır. Bunun içinde hiçbir islami referansı yoktur. O sadece oy alabilmek, mevcut cennetini sürdürebilmek için İslamî referanslara ihtiyaç duymaktadır. Ve onu seçenler için bu önceden bilinmektedir. Erdoğan, bu nedenle seçilmiştir.

Şimdi, Şems rolüne bürünmüş Ethem Sancak, bir yandan havuz medyasının nimetlerinden yararlanıyorken, bir yandan da kendi Mevlana’sını bulmuş olmayı itiraf ederek, aslında İslam tarihini kirletmektedir. Bunu biz, İslamî referanslarımızın kuvvetli olması nedeniyle söylemiyoruz, bu tarihe, üzerinde yaşadığımız ve her yönü ile bizim olarak kabul ettiğimiz tarihimize sahip çıktığımız için söylüyoruz. Onun Mevlana’sı ile ilişkisinde %10 var, havuz medyası var, krediler var, rant var. Bu kadar ile kirliliğin boyutlarını anlamaya yeter.

Bugün, bir proje olarak, Erdoğan projesinin sonuna gelmiş bulunuyoruz. Bu proje, bugün, her zamankinden daha fazla tahripkâr olmaya başlamıştır. Bölge halkları için savaş naralarının atıldığı bir ortamda, milyonlarca insanın ölümüne sessiz kalmak ya da açıktan destek vermek anlamına gelmektedir. Irak savaşında milyonlarca Iraklı öldü, milyonlarcası evlerinden sürüldü, yüzbinlerce kadının ırzına geçildi. Suriye’de ‘kardeşim Esad’dan ‘zalim Esed’e geçilirken milyonlarca Suriyeli evlerinden oldu, yüzbinlercesi öldü. Esad’ın zalimliklerine karşı konuşanlar, halkların katliamlarına gizlice destek verdiler. Bölgeyi
cehenneme çevirdiler. ABD, Erdoğan ve AK Parti olmadan, bu işi bu denli kolaylıkla yapamazdı.

Bugün, Erdoğan’ın kullanım süresi bitmektedir. “Bu adamı süpürmeyin, kullanın” sözünün sonuna gelindi. Şimdi Erdoğan, iktidarını kaybetme sürecindedir ve birden kahraman rolüne bürünmesi boşunadır. Kalkar da eğer, kendi suçlarını bir bir sayarsa, kalkar da eğer bölgedeki ABD politikalarını bir bir açıklarsa, kalkar da eğer, şimdi tüm bu günahlarımla, durum şudur diye ortaya koyarsa, belki siyasal olarak intihar etmiş olur, ama gerçekten saygı duyulacak bir şey yapmış olur.

Bu elbette ki mümkün değildir.

Ama durum tamamen budur.

Dünyada neo-liberal politikaların artık sonu görünmektedir. Kapitalizmin insanlık için sürdürülebilir bir sistem olmadığı artık açığa çıkmaktadır. Neo-liberalizme bulaşmış hiçbir hareket, temiz kalamaz. Buna siyasal İslam da dahildir, radikal olduğunu söyleyen sol da.