Olaylar ve tespitler

31 Mart 2019’da yerel seçimler yapıldı. Ama yerel seçimler bitmedi. Seçimler mahkemelik olunca, YSK, hiçbir hukuku tanımayan kararlar aldı. Saymakla bitmez, ama ikisi önemli, biri Kürt ilçelerinde ve illerinde, HDP’nin kazandığı seçimleri, bir bahane bulup, seçimi kazanmamış olan, tekrar olursa kazanamayacak olan AK Parti adayının kazandığını ilan etmeleridir. %70 ile seçimleri kazanmış bir adayın elinden seçimleri %20 civarında oy almış AK Parti adayına verdiler. Ne kanun var, ne hukuk var.

Bir tespit yapabiliriz:

Yargı, devletin silâhlı güçleri olan ordu, polis teşkilâtının yanına eklenmiştir. Saray Rejimi’nde yargı, bir “bastırma aracı”dır. Bunu hemen her “muhalif” insanın uğradığı soruşturmalardan görebilirsiniz. “Muhalif” sözünü bilerek tırnağa alıyoruz, çünkü, ne kadar muhalif olduğunun da artık bir önemi yoktur.

İkincisi, İstanbul seçimlerinin iptal edilmesidir. Neden iptal edildiği sorulduğunda, sandık görevlilerinin devlet memuru olmaması gösterilmiştir. Ama Erdoğan, bunun mantıksız olduğunu anladığından, “hırsızlık var” diye bağırmaktadır. Binali, seçimde 999 ali çıkınca, gönülsüz sürdürdüğü adaylığını daha aktif bir görüntü vererek sürdürme niyetini, “çaldılar” diye ortaya koydu. Ama YSK kararı böyle değil. Seçimlerin tümü de iptal edilmemiştir. AK Parti ve Saray Rejimi, kazandığı 25 belediyede yaptığı hileleri bildiği için, meclisteki çoğunluğunu kaybetmemek için, seçimlerin tümünü iptal etmemiştir.

Ne farkeder ki? Saray Rejimi’nin karanlık üretme merkezi medyadır. Medya, yalan haber servis etmek, karartmak, şantaj aracıdır. Binali’nin çalışması ve canla başla çalışması için, kirli çamaşırları ortaya konulmaktadır. Henüz ucu gösterilmiştir. Saray, Binali’ye, öyle 999 ali olmak yok, “anca beraber, kanca beraber” demektedir. Ve bu, medya aracılığı ile söylenmektedir. Halka, işçilere karşı bir karartma görevi gören basın, aynı zamanda şantaj aracıdır. Medya, Saray Rejimi’nde, çeteleşmiş bir yapı olarak devlete eklenmiştir.

Devam edelim.

İstanbul seçimlerinin iptali, İstanbul Belediyesi’nden ortaya çıkacak olan Saray Rejimi’nin kirli çamaşırlarının engellenmesini sağlamaya dönüktür. Sadece buna dönük değil, AK Parti ve Saray Rejimi’nde başlayan dağılmayı durdurmak içindir. Sadece bunun için değil, çeteleşmiş, yağmacı, rantçı iş çevrelerinin kazançlarını korumak içindir. Başlangıçta, 31 Mart akşamı yenilgiyi kabul etmiş olan Erdoğan, bu çeteler tarafından ikna edilmiştir.

İki tespit eklemenin zamanıdır: Demek ki, çeteler, mafyatik bir yapıdadır, işadamları, ideologları, bu mafyatik yapının bir parçasıdır. Bu bir. İki, Erdoğan, artık bu çetelerin baskısı altındadır. 31 Mart’tan seçimlerin iptaline kadarki süreç, aslında bu nedenle bu kadar uzamıştır.

Seçimlerin iptalinden sonra, peş peşe saldırılar gelmektedir. Çeteler, devlet, Saray Rejimi, her fırsatta saldırmaktadır.

İhsan Eliaçık, Ramazan’ın ilk günlerinde, yeryüzü sofrasında saldırıya uğramıştır. Eliaçık yerlerde sürüklenmiş, yeryüzü sofrası dağıtılmış, Eliaçık gözaltına alınmış ve devletin kolluk güçleri, Eliaçık’ı, “ateistlerden korumak amaçlı” müdahale ettiklerini ifade etmiştir. Eliaçık, böyle bir koruma talep etmemiş, kendisinin yerlerde sürüklenmesini istememiştir. Ateistlerin kendisine saldırısı yoktur.

İmamoğlu’nun bağış kampanyasına 20 TL gönderen, kanser hastası ve Erdoğan’ın manevi kızı, kalçasından bıçaklanmıştır.

İmamoğlu’nu destekleyen bir gazeteci, İyi Parti’ye yakın bir gazeteci, TV programından sonra sopalarla dövülmüş, saldırgan 6 kişi gözaltına alındıktan sonra hemen serbest bırakılmıştır. Soylu tarzı bir eyleme benzerdir.

Tecride karşı Leyla Güven’in öncülüğü ile başlayan ve yaygınlaşan açlık grevlerindeki çocukları için eylem yapan annelere saldırılmıştır. Ne bir kere, ne iki kere. Her seferinde saldırılmaktadır. Annelere karşı uygulanan şiddet, her seferinde dozajı artırılan bir tarz almıştır.

Tüm bunlar, şiddetin, bir yıldırma politikası olarak artırılmakta olduğunu göstermektedir. Bununla yetinmeyecekleri de açıktır.

Tespit: Saray Rejimi’nin korkusu büyümektedir. Korku, Saray’ı sarmıştır. Ve buna karşı buldukları yol, devlet terörü, daha fazla yalan, daha fazla karanlık, daha aktif hilekârlıktır.

Tüm bunlar olurken, toplumun değişik kesimlerinden sesler yükselmektedir. Tanınmış kişilerin tweetlerinde “her şey çok güzel olacak” gibi bir söz geçtiği için, Saray Rejimi, çeteler harekete geçmiştir. Yakın döneme kadar sessiz kalan bu tanınmış kişiler, peş peşe tehditler almaya başlamışlardır. “Bunun bedelini ödeyeceksiniz” tarzında açıklamalar yükselmektedir.

Bahçeli, “her şey çok güzel olacak” diyen Cem Yılmaz için, “Cem Yılmaz’ı bundan sonra sevemem” demektedir. Cem Yılmaz, Bahçeli’nin sevgisi olmadan, muhtemelen kendini daha iyi hissedecektir. Saray Rejimi’nin bu baskıcı ve esir alan “sevgisi”nden kurtulduğu için, muhtemelen kendini daha özgür hissediyordur.

Cem Küçük, “bu ülkede bedel ödeme kültürünü kesinlikle oturtacağız” demektedir. Burada durmuyor “Gezi terörizmini destekleyen gazeteciler ve sanatçılar zerre kadar bedel ödemediler” diyor. Bunlara bedel ödetmekten söz ediyor. Ahmet Hakan’ı, Fatih Altaylı’yı, Hande Fırat’ı bile ismen anmayı ihmal etmiyor. “Gülben Ergen, Sevilay Yılman bugün iş buldu ise bunu Binali Yıldırım’a borçludur. Yoksa Yılman bir ‘medeni ölü’ydü. Fakat Yılman da esen rüzgâr var sanıp 8 Mayıs’ta Habertürk’te yazdığı bir yazıyla anında Binali Yıldırım’ı sattı ve Ekrem İmamoğlu’na destek verdi. Bu gerçeği Binali Yıldırım ve basın danışmanı Sinan Çetin de görmeli” diyor.

“İktidar nimetlerinden istifade edip zor gününde satan sözde sanatçıları bizim taraf ekranlarında gördüğünüz an lütfen bana haber verin sayın okurlarım” diyerek, Cem Küçük, okurlarını aktif göreve çağırıyor.

“Her şey çok güzel olacak” sözünün yasaklandığı duyuruluyor. Bunun üzerine Soylu, “bir kelime bütününe, bir cümle bütününe yönelik yasaklama söz konusu değil” diye düzeltiyor. Demek ki, bir kelime bütününe yasak koymak, bir cümleye yasak koymak da mümkün imiş.

Tüm bunlar, bir, Saray Rejimi’nin içinde bulunduğu kaybetme ruh hâlinin göstergesidir, korkularının göstergesidir. Ama bir o kadar da itiraftırlar.

Erdoğan, kapalı bir toplantıda, “karınlarını doyuruyoruz ama yine de oy vermiyorlar” diyor. Midelerini doyuruyoruz dediği seçmenler midir? Yoksa, daha çok AK Parti’nin kadrolarının eksik çalışmasından mı yakınıyor?

Bu bir itiraftır.

Rüşvet ile oy almanın itirafıdır.

Seçimleri kaybettiğini bildiğinin itirafıdır.

Seçimlerde yaptıkları hilelere rağmen kazanamadıklarının itirafıdır.

Erdoğan’ın, Saray Rejimi’nin karınlarını doyurduğu kimlerdir? Gerçekte, ortada büyük bir açlık, büyük bir işsizlik, büyük bir yoksulluk vardır. Bu açlık, işsizlik, yoksulluğun karşısında, bir saatte trilyonlar götüren, hortumcular, yağmacılar vardır. Bu yağmacıların, bu hortumcuların karınlarını doyurdukları açıktır.

Cem Küçük, karnı doyurulduğu hâlde oy vermeyenlere de bir ceza kesmeli, onlara da bir ödetilecek bedel çıkarmalıdır. Bu, karnı doyurulduğu hâlde oy vermeyenleri, Cem Küçük’ün saygı değer okurları, her gördükleri fırsatta kendisine ihbar etmelidirler. Hatta bununla tek tek uğraşmayıp, İstanbul’un tümünü cezalandırmayı önermesi daha yerinde olur. Zira, o kadar da çok zamanları yok.

Saray Rejimi’nde korku ve telâş vardır.

Saray Rejimi ve AK Parti’de çözülme süreci yaşanmaktadır.

Ve bunu önlemek için, medya aracılığı ile şantaj, medya aracılığı ile daha fazla yalan ve karanlık pompalama, direnen herkese karşı, hakkını arayan herkese karşı daha fazla şiddet, çeteleri sahaya daha fazla sürmek dışında yolları da kalmamış gibidir.

Peki, İstanbul seçimlerini “kazanırlarsa”, bu çözülme, bu telâş bitecek midir? Bir moral bulacakları kesin, ama gerçekte bu seçimleri çoktan kaybetmişlerdir. 31 Mart’ta bu ortaya çıkmıştır. “İstanbul’u veren, Türkiye’yi verir” diyorlar. Demek ki, kaybettik ama vermiyoruz, diyorlar. Tekrar bunu yapacaklardır. Peki ne değişecek? Bu süreç durdurulabilir mi?

Baskı, şiddet, adaletsizlik karşısında gelişmeye başlayan direniş sona mı erecektir? Bu mümkün değildir. Bunu onlar da biliyorlar.

İstanbul seçimlerini ikinci kere kaybederlerse, bu kez, telâşları, çözülüşleri duracak mı?

Bu kanın, bu baskının, bu yalanların, bu şiddetin üzerinde oturmak ne zamana kadar mümkündür?

Bu seçim sürecinde, hem baskının, şiddetin, yalanın, karartmanın farklı biçimlerini göreceğiz, hem de tuhaf itiraflar duyacağız. Böyle görünüyor.

Ama Saray Rejimi, halkın direnişi, işçi sınıfının örgütlülüğünün gelişmesine bağlı olarak yıkılacaktır. Ana halka burasıdır. Biz devrimciler, bu noktaya gözümüzü dikmeliyiz.

Güzellik direnişle gelir.

Güç, örgütlülükle sağlanır.

Özgürlük, örgütlü direnişle elde edilir.