Soru nedir? Soru neden sorulur? Soru kime sorulur? Bir soru; bugün neye ihtiyacımız var?

Günümüz kapitalist devletlerinin iddiası milyonlarca insanı yönetebilmek. İnsanlar arasındaki ilişkileri, insanların eğitimlerini, sağlıklarını, güvenliklerini planlamak iddiasındalar. Tüm bunları yapmaya mecbur olmalarının sebebi, o milyonların ürettikleri… Bunları yapmak zorundalar çünkü o milyonların ürettikleriyle kendilerine kurdukları cennette yaşamaya devam edebiliyorlar.

Milyonlar ise onların gözünde sadece sayılardır, karlarına kar katmak için işlerine yarayan sayılar. Sayılar hasta olur mu? Sayılar ölebilir mi? Sayılar aç kalabilir mi? Sayıların çocukları var mıdır bakmak zorunda oldukları? Biraz eksilseler sorun olur mu? Yoksa zaten milyonlarcadırlar ve hesaba dahil edilmeyecek küsurat mı olur eksilmeleri?

Her gün açıklanmaktadır; şu kadar test yapıldı, şu kadar hasta yoğun bakımda ve şu kadarı ölmüştür. İçinden geçtiğimiz salgın süresince tüm dünyada üretenlere, yaşamı var edenlere sadece sayılar olarak bakıldığını gördük, görüyoruz. Sınırlarında doğana bakmakla yükümlü olduğu iddia edilen devletlerin ise ilgilendiği tek şeyin ekonomi olduğunu gördük, görüyoruz.

Biz sayılardan ibaret değiliz; yaşamlarımız için sorularımız var.

Ölüm nedeni belirsiz veya zatürre olarak geçip de virüsten ölen kaç kişi var? Yoğun bakım hastalarında artış yok denirken kaç hasta yoğun bakımdayken hayatını kaybetti ve onların yerine kaç yeni hasta geldi? Şu an kaç işçi hangi koşullarda çalışıyor? Kaç işçinin ücretsiz izin ile işine ara verildi veya kaçı işten çıkarıldı?

Elbette ki sorular cevaplandırılmaları içindir ve muhataplarına yöneltilir.

Bugün ilk akla gelen muhatap olan devlet ise soruları tersten cevaplandırmaktadır. Hastane inşa edeceğiz diyerek Atatürk havalimanını ranta açmak ama Adana’da belediye tarafından kurulan sahra hastanesini mühürlemek; salgın sebebiyle kapalı bulunan Salda gölünde çalışmalara başlamak; infaz yasasını geçirerek katilleri, tacizcileri, çocuk tecavüzcülerini bırakmak; Soylu, Saray, Pelikan, Ergenekon arasında çeşitli güç oyunları; ‘maliyeti yüksek’ olur diyerek insanların canları üzerinden yapılan hesaplamalar; boğaz arazilerini bir yıllık 3100 lira gibi bir ücretle kiralamak ama ücretsiz ekmek dağıtımını yasaklamak… Soruları da cevapları da uzatmak mümkündür.

Kabul edilmelidir ki soruları soran bizler bu cevaplar karşısında soruların muhatabı haline de geldik. Yaşamak ve yaşatabilmek için bu soruların cevabına ihtiyacımız varsa onları cevaplandırmakla da yükümlü olan bizleriz.

Önümüzde iki seçenek vardır: Ya açıklanan tüm verileri kabul ederek iyiye gittiğimizi, ne kadar da güçlü bir ekonomimiz olduğunu, işçilerin canını kurtarmak için hafta sonu sokağa çıkma yasağının bilimsel olarak yeterli olduğunu kabul etmek, ya da bunları kabul etmiyorsak gerçekleri gün yüzüne çıkarmak için bir araya gelmek.

Bu süreçte yaşananlar bizim sorumluluğumuzdadır.

İster kabul edelim ister etmeyelim iş başa düşmüştür. Bu sorumluluğu üstelenmemiz gerekmektedir. Yaşamak ve yaşatmak için Türk Tabipler Birliği, sendikalar, meslek odaları, siyasi partiler ve örgütler, belediyeler, demokratik kitle örgütleri, dayanışma ağları, sorularımıza cevapları da, çözümü de biz birlikte bulabiliriz diyen bütün örgütlenmelerin bir araya gelerek bir kriz koordinasyon merkezi oluşturması elzemdir.

Gerçek bilginin halka ulaştırılması, sürecin tüm açıklığıyla ele alınması ve incelenmesi, alınması gereken önlemlerin doğrudan hayata geçirilmesi, açığa çıkan ihtiyaçların koordineli bir şekilde dayanışmayla karşılanması için bir araya gelelim.

Yönetenlerin eskisi gibi yönetemiyor olması yetmez; yönetilenlerin de eskisi gibi yönetilmek istemiyor olması gerekir. Bugün eskisi gibi yönetilmek istemiyor olmanın göstergesi, kendi yönetim mekanizmalarımızı geliştirmek, sorunlarımıza ve sorularımıza birlikte çözüm bulmak, dayanışma ağlarıyla yaşamı savunmaktır.

Bizi ancak, ortak mücadele ve dayanışma yaşatır!