Suriye savaşı Ya sonra?

2018 yılının sonu: ABD, Suriye’den çekileceğini açıkladı.

Sürpriz!

Rusya, yaşayalım görelim, biz bu çekilme sözlerini çok duyduk, anlamında sözler söyledi. Doğru olduğuna inanıyoruz. ABD, gerçekten de daha önceden, Trump’ın ağzından “çekiliyorum” sözlerini sarf etti. Ama unutulup gitti. Hele ki Trump’ın her gün farklı kararlar aldığı düşünülürse.

Ama daha da ilginç olanı var. Türkiye, “Fırat’ın doğusu”na harekât yapacağını açıklamıştı. Birdenbire ABD “çekiliyoruz” deyince, operasyon da iptal edildi.

Ne anladık?

1- Anladık ki, Türkiye’nin operasyonu, gerçekte, ABD ile işbirliği içinde imiş. Yani, ABD-Türkiye sürtüşmesi pek de önemli değil imiş. Türkiye, operasyon yapacağım derken, ABD’nin oradaki varlığını bir avantaj olarak görüyormuş. ABD engel olsa idi, “çekiliyoruz” açıklamasını takiben Türkiye, biz de operasyonu erteliyoruz, demezdi. Hazır ABD yok, daha güçlü girelim, derdi. Öyle olmadı.

2- ABD ve Türkiye, esas olarak Kürtleri yalpalatmak için birlikte, çatışmalı hâl görüntüleri sergiliyormuş. Türkiye, içeride Kürt halkına karşı azgın saldırılara başladığında da, üç yıl önce, biz, bu sayfalarda, aslında ABD, Türkiye’ye “sen saldır, onları benimle uzlaşmaya razı edelim” taktiğini güdüyordu. Bugün de durum budur. Türkiye “saldıracağım” dedikçe, Kürtler, koruyucu olarak ABD’ye sığınacak. Hesap bu idi. Aynı nedenle PKK liderleri için yakalama ödülü kondu. Kürtlerin arasındaki farklı eğilimlerin arasını açmak ve PKK çizgisini bölgede zayıflatmak istiyorlar. Öte yandan bazı Kürt aşiretleri ve nihayetinde Barzani uzantılarının gücünü öne çıkarmak istiyorlardı. Türkiye’nin saldırma hamlesinin de amacı bu idi.

3- ABD, çekilirim deyince, Türkiye, saldırırsa, Kürtler ile Suriye arasında işbirliği ihtimali artacaktır. Bu nedenle Türkiye saldırıyı ertelemiştir.

Şimdi durum değişmektedir.

Yeni durum, henüz netleşmiş de değildir.

1- ABD’nin çekilmek denilen şeyde ne kadar ciddi ve samimi olacağı soru işaretlidir. Zira ABD, açıkça kaybetmiştir. Bu zaten bir yıl önce de böyle idi. ABD, kaybettiğini kabul etmemek için, Türkiye ile anlaşarak, işi “Türkiye’ye devretmiş” rolünü oynamaktadır.

2- Türkiye, bu role, oldukça hızla bürünmek istemektedir. Fetihçi ruh ile Osmanlı sınırlarına ulaşma, sınırlarını genişletme isteği, Türkiye’de, Saray’da, Genelkurmay’da, açık olarak Suriye’de işgalci olarak kalma hayallerini beslemektedir. Devlet, bunu bir fırsat olarak kullanmak istemektedir. Acaba, Afrin ve İdlib’de kalıcı olarak yerleşebilir mi? Acaba yerleşeceği alanı artırabilir mi?

3- ABD, Türkiye’nin bu kabarık iştahını pompalayarak, gerçekte savaş yenilgisinin faturasını Türkiye’nin üzerine yıkmaya hazırlanmaktadır. TC devleti, bu faturanın farkında bile değildir. Onların alışık olduğu şey yağma ve talandır ve şimdi yeni bir yem bulmuş aç kurtlar gibi heveslenmekten, olacak olanları anlamaya yönelememektedirler. Bu da ABD’nin şansıdır. ABD eninde sonunda bölgeden gidecekti. Ve sonunda bölgede kan dökenler, komşuları ile başbaşa kaldıklarında neler olacaktır?

4- ABD, bu yolla Suudi Arabistan ve Türkiye’yi görevlendirerek, iki ayrı eğilime sahip ülkeyi, İran’a karşı birleştirme peşindedir.

5- ABD buradan gerçekten çekilecekse, bunun anlamı savaşı bir başka yerden daha da büyüteceği, bu istekte olacağıdır. Bu nedenle, Türkiye-Suudi Arabistan ilişkisi ve bu yolla İran’a karşı bir cephe örme isteği yabana atılmamalıdır. Hazır saldırma hevesleri ile kör olmuş Türkiye varken, İran’a karşı bir provokasyon örgütlemeleri çok daha olanaklıdır.

Denklemin karşı tarafında yer alan güçler, bu durumu görüyor olmalıdır. Yoksa Rusya’nın, “biz bu çekilmeleri çok duyduk” tarzından açıklaması olmazdı.

1- Rusya, muhtemelen, Türkiye’yi frenlemeye çalışacaktır. Hem operasyonlar açısından karşısında duracaktır, hem de Afrin dahil çekilmesi için zamanın geldiğini bildirecektir.

2- Suriye, elbette, ABD’nin çekilmesi ile, Kürtlerle somut bir plan üzerinde anlaşmaya yönelecektir. Ancak bu plan, anlaşılan o ki, açık olarak Suriye’nin bütünlüğü üzerine kurulu olacaktır. Suriye, Güney’de Ürdün sınırındaki güçlerin çekilmesini sağlamaya çalışacak, ardından da, İdlib, Afrin dahil, Türkiye’nin çıkması için bastıracaktır. Tüm yabancı güçlerin Suriye topraklarını terk etmesi gündeme gelecektir. Savaşın bitmesi için de tek yol budur.

3- Kürtler, içlerindeki farklı eğilimlerle, kendi içlerinde mücadele edecektir. Ancak, büyük oranda, Suriye ile işbirliği yolunu seçip, kendi haklarını garanti altına almaya çalışacaktır. IŞİD’e karşı yürüttükleri mücadeleyi, doğal olarak yeni Suriye’nin oluşumunda olumlu bir tarza çevireceklerdir. Zaten, bu “sürpriz” çekilme kararından önce, Suriye ile Rusya’nın arabuluculuğunda görüştükleri de açıktır. ABD’nin çekilme kararında bunun da etkisi olduğunu varsaymak abartılı olmaz.

Elbette ilk adım, Suriye topraklarındaki tüm yabancı güçlerin çekilmesi olmalıdır.

Şimdi, meseleye, biraz daha geniş açıdan bakmanın yeridir.

ABD, burada, Suriye’de açık bir yenilgi almıştır.

Sözümona Irak’tan çekilmiş ABD, Irak içindedir. Acaba Suriye’den çekilmiş ABD, Suriye içinde olmaya devam mı edecektir? Edecekse nasıl?

ABD savaşı büyütecektir, isteği budur.

Yenilgiyi, öylece, kolaylıkla, açıklıkla kabul etmeyecektir.

Bu durumda, dünyanın bir başka noktasından, mesela Ukrayna’dan, mesela Çin denizinden ya da İran’a karşı bir başka yerden harekete geçecek olabilir mi?

ABD’den söz ediyorsak, bunun olası olduğu açık olmalıdır.

ABD savaşı büyütmek, bir dünya savaşı hâline getirmek konusunda ciddi eğilimler sergilemektedir. Rusya ve Çin’in tersi yöndeki tüm çabalarına rağmen, ABD bu yolda ısrar etmektedir. Suriye yenilgisi, ABD’nin içinde de tartışmalara neden olmaktadır. ABD, bu durumda, saldırganlığını bırakabilecek midir? Buna inanmak büyük bir saflık olur.

ABD ekonomisinin, saldırganlığa, gerginliğe açıkça ihtiyacı vardır.

Türkiye, ABD’nin kuyruğuna yapışmış durumdadır.

Erdoğan, “ben Trump’a, IŞİD bitti burada ne işiniz var, dedim ve o da, haydi çekiliyoruz, dedi” şeklinde açıklıyor. Bu açıklama, Trump’ın, Erdoğan ve Türkiye’ye yeni görevler verdiğinin, Türkiye’nin de bu yeni görevleri kabul ettiğinin açık kanıtıdır. Zaten patriot ve diğer silâhlar konusunda bir anlaşmanın yapıldığının açıklanması da bunu desteklemektedir. Türkiye, tam olarak ABD’nin kuyruğuna yapışmıştır. Canavarın kuyruğuna yapışmak, oldukça yıpratıcı ve tehlikelidir, ama Türkiye’de bunu anlayacak bir ruh hâli kalmamıştır. ABD, bölgede, kendisi olmadan Türkiye’yi, Suriye, Kürtler ve Rusya üzerine sürmek istemektedir. Kendisi de, başka alanlardan, aynı savaşı sürdürecektir. Böylece, Türkiye, İsrail, Suudi Arabistan, Mısır birlikte, İran’a karşı harekete geçecek, ABD ise Ukrayna ve/veya Çin’e yakın alanlardan hamle yapacaktır. İngiltere ve Japonya, bu cephenin içinde gibidir. Fransa’nın konu ile ilgili açık bilgilendirilmediği ortaya çıkıyor. Müttefik ve güvenilirlik konusunda Macron’un yakarmaları, bu aldatılmışlığın ürünü olsa gerek. Fransa daha safını seçmemiş gibidir.

ABD’nin Kanada üzerinden Çin şirketi Huawei’nin CEO’sunu tutuklatması, aslında Kanada’yı, kendi cephesine yapıştırmak içindir. Yoksa Kanada’nın askerî gücüne ihtiyacı olmadığı açıktır. Kanada’da öyle bir güç de yoktur.

ABD’nin Almanya’ya gaz ve petrol üzerinden, Rusya ile ilişkilerini kes ultimatomları da bu çerçevede ele alınmalıdır. İki savaşta da yenilmiş Almanya’nın, bu kez kim kazanacaksa ondan yana olmak istediği açık olmalıdır.

Bu savaşa çok istekli olmayan, Rusya, Çin ise, giderek sıkışmaktadır. Kaybeden ABD olsa da, savaşı büyütme istekleri, ABD’nin dayak yemeden durdurulamayacağı anlamına gelmektedir. Rusya ve Çin, bunu ne kadar istemese de, kendilerini savaşın içinde bulmaktadır. ABD, onları hedef tahtasına almıştır. Trump “doktrini”, açık olarak Çin ve Rusya’yı düşman ilan etmiştir. İran ve Hindistan, bu cephenin yanında gibidir. Ama bu cephe, savaştan yana olmadığını ısrarla açıklamaktadır.

Buna rağmen, Küba’daki Rus üslerinin faaliyete geçirilmesi, Kırım’a hava sistemleri ve Karadeniz’e kontrol sistemlerinin yerleştirilmesi, nihayet Venezuela’da Hugo Chávez üssünün kurulması, savaşın ne denli ciddi hale geldiğinin, ne denli güncel hâle geldiğinin açık kanıtıdır.

Öte yandan Çin’in hemen burnunun dibinde Japonya, dehşet verici bir hızla silâhlanmaktadır. Tüm silâh modernizasyonu ABD’den yapılmaktadır. Bu durum, Kore yarımadası için de büyük bir gerilim oluşturmaktadır.

Tansiyon, 2019 yılının başında oldukça yükselmiş, gerilim artmıştır.

İşte bu gerilim koşullarında, bu yüksek tansiyon ortamında, Türkiye gibi, İsrail gibi, saldırganlıkta sınır taşımayan ülkelerin davranışları, ABD cephesinde, savaşı büyütmek için, bulunmaz bir fırsat olarak görülmektedir. ABD, bunu değerlendirmekte kararlı gibidir.

Tüm bu gerilim ve savaş kundakçılığı içinde, bir tek çıkış yolu kendini göstermektedir. İçinde yer aldığımız bölgenin tüm ezilen halkları, emperyalizme, başta ABD emperyalizmine karşı, özgürlük için anti-emperyalist bir mücadeleyi geliştirmelidir.

Bu sadece bölgemizin halkları için geçerli değildir. Bu Ukrayna’nın, Doğu Avrupa’nın, Latin Amerika’nın, Asya’nın ve Afrika’nın tüm ezilen halkları için bir yoldur.

Acılara son verecek, savaşı durduracak güç, halkların özgürlük, sosyalizm mücadelesidir.

Bu, kapitalist-emperyalist sistemin büyük krizidir. Bu kriz, kapitalist sistemin yıkılması ile sonuçlanmadıkça, halklar kendi devletlerine karşı mücadeleye yönelmedikçe, krizin faturasını tüm dünya işçileri, dünyanın tüm ezilenleri ödeyecektir.

Barış, mistik, soyut bir talep değildir. Barış, uğruna savaşılarak kazanılacak bir dünya demektir. Barış, savaşsız sömürüsüz bir dünya için, sosyalizmin zaferi demektir. Barış, dünya proletaryasının ayağa kalkması ile sağlanabilir.

Dünya, insanlık, hava kadar, su kadar, sosyalizme muhtaçtır. o