Telefonun başındaki adam

“On bir ayın sultanı
Geldi ramazan ayı
Bütün ayyaşlar siz siz olun
Bırakmayın rakıyı”

O anda davulcunun manisiyle beraber anlamıştım ramazan ayının geldiğini ve mübarek ayın ilk gününde kutlamıştım Resul Abi’nin yerinde elimizde rakılarla, yanımda tanımadığım sarhoşlarla. Hayır, davulcu ne arıyordu orada? O da ayrı bir soru. Belli ki yılın on bir ayı burada gezen ve ramazan da içki içmeyen bir abimiz olması lazım ki, bu mübarek ayda da ayrılamıyor buradan. Davulcu abi meyhanelerin önünde volta atarken meyhanelerden dökülen sarhoşlar, bahşişleri davulcunun orasına burasına sokuyorlardı. Belli ki davulcu
abi işi biliyordu. Zaten mahallelerde herkes oruç tutuyorum ayağına geziyor ama oruç tutanın sayısı bir elin parmaklarını geçmiyordu. Oruç tutan vatandaş ise yaz sıcağında sahura kadar bekliyor sonra yemeğini yiyip yatıyor. Hadi öyle yapmıyor diyelim. Senden benden akıllı telefon var. O kadar akıllı ki oruç tutanı da tutmayanı da ayırt ediyor, ona göre imsak zamanı da alarm çalıyor. Kabir defteri gibi mübarek, bir gün cehennemin konumu bile otomatik olarak telefona gelir mi? Gelir valla.

Davulcu abi somut tahlilin somut analizini yaparak “Ramazanda davulculuktan nasıl parayı kırarım?” sorusunu kendisine sormuş ve cevabını meyhaneler sokağında bulmuş. Yarım saatte bir otuzbeşliği devirerek anlamıştım bunu anca ve bu mübarek ayı kutladığım bütün tanımadığım arkadaşlarım teker teker evlerine sızmaya gitmişlerdi. Giderken de davulcunun bahşişini unutmamışlardı ama beni unutmuşlardı. Resul Abi sağ olsun, beni unutmayıp yaka paça dışarı attı ve cebimdeki bütün parayı aldı. Dedim “Bir taksi parası bırak be
abi.” Resul Abi bütün nazik tavrını ve zarafetini koruyarak “Bas git ulan köpoğlu köpek” dedi. Ben de bu zarif adamı kıramadım ve bastım gittim. Giderken davulcu abi meyhaneye girdi ve biraz para verdi bizim zarif Resul Abi’ye. O anda Resul Abi’nin zarafetinin gerçekten para ettiğine şahit oldum ve hayran kaldım adama.

Sokakta avare avare dolaşırken ayaklarımbeni metroya kadar getirmişti. Saatime baktım ve altıya on iki dakika olduğunu fark ettim. Bir sigara yakıp bekledim. Sokağa baktım. Sokak bana baktı. Düşündüm. Taşındım. Sigaramdan derin bir fırt çektim. Yine düşündüm. Yine taşındım. Sonra kustum. Düşünmek mideme iyi gelmiyormuş, onu anladım. Saat altı oldu metroya girdim. Bekledim treni, sakalımdaki kusmuk izleriyle. Tam metronun ışığını görüp, geldiğini fark edip ayağa kalktım ki, o anda bu hikâyenin başkahramanı yani telefonun başındaki adam sahneye birden atıldı. Sırtına bir kemerle başladığı hoparlörü ve telefon
şeklindeki mikrofonuyla benle beraber aynı vagona giriverdi.
Vagonda ülkenin ekonomik durumunu temsil eden bir çeşit insan sürüsünden başka kimse yoktu. Gece çalışan bir işçi abimiz, en köşede uyuyakalmış ve evine gitmek için yollarda. Bir tane kodaman dayı da tiril tiril kıyafetleri, elinde gazeteyle ülke durumunu kontrol etmekle meşguldü. Diğer köşede, ilk defa bu kadar içmiş ve midesini tutan bir genç sızlanıyordu olduğu yerde. Benim tam karşımda ise, mini etekli sarışın bir güzel
oturmaktaydı ama kötü olan şey, yanında da bir buldozer yer almaktaydı. “Böyle güzel bir kadın neden buldozere ihtiyaç duyar ki?” sorusu kafamı çengel bulmaca gibi meşgul ederken telefonun başındaki adam başladı kodaman dayının önünde serenat yapmaya.
– Telefonun başında bahşişi bekliyorum

Bekliyorum ama gelmeyecek biliyorum

Ülke ekonomisi diyor ki boşuna bekleme

Bahşişi vermeyecek seni çok sevse de

Her şeye hâkim olabilirsin ama

Bu ülke batmıştır bunu bilmelisin.

O anda rahatsız olan kodaman abimiz elindeki gazeteyi toparlayarak başka bir köşeye geçmiştir. Fakat tavrını hiç bozmayan telefonun başındaki adam başladı genel bir tirat atmaya.

– Efendim merhabalar, merhabalar, merhabalar… Bir sabah vagonunda yine sizlerle beraberiz. Beni hatırladınız değil mi güzel bayan?
Bu seslenişi karşımda duran güzelliğe yaptı ve yanındaki buldozer bir şahlandı, bir şahlandı ki aklıma birden çiftleşmek için savaşan filler belgeseli geldi. Belgesel çiftleşmek isteyen iki erkek filin aynı anda bir dişi file yaklaşmasını ve öncesinde bunların slow motion savaşlarını baz alıyordu. İki erkek fil birbirini boynuzlarından ve hortumlarından destek alarak ite kaka, ite kaka yenmeye çalışırken dişi fil ise “Allah belanızı verse de, ikinizden de kurtulsam” edasında onlara bakıyordu. Sonunda tabii ki de güçlü olan zayıf olanı yeniyor. Dişi file yaklaşarak amacını gerçekleştiriyordu. İşte güçlü olan fil gibi hortumlarını ve boynuzlarını çıkaramayan ama onun yerine parasını çıkaran buldozer abimiz, telefonun başındaki adamın eline on doları sıkıştırdı. Bahşişi alan susar mı hiç? Başladı şarkısına devam etmeye.
– Bana dolar veriyorsun
Bunu sen de biliyorsun
Niye o kodaman vermiyor?
Son sözünde tiril tiril giyinen kodaman abimizi gösteren telefonun başındaki adam şarkısının sonunu da getirmeyi bildi.
– Ben onu bir anlık değil
Bir metro boyunca aradım
Elindeki gazete umurumda değil.
Bu sözlere huylanan kodaman abimiz elindeki gazeteyi toparlayarak diğer vagona geçmeyi kendine bir borç bildi ve hemen kendine borcunu ödeyip uzaklaştı oradan. Kodaman abi de haklı, ülke durumunu öğrenmek için gazeteye odaklanıp okuması lazımdı. O gazeteyi okumasa nasıl bilecekti etrafında neler dönüp neler dönmediğini. O yüzden kodaman abimiz etrafını anlamak için etrafında olup bitenle ilgilenmeyerek kaçtı hemen oradan. O anda yeni durağa geldiğimizin işaretini veren elektronik konuşan ablanın hemen ardına
telefonun başındaki adam, dublaj yapmayı eksik etmedi.
– Gelecek durak: Beştepe
Next station: Beştepe
Dünkü konuşmamdan da hatırlayacağınız gibi başkanlık seçimine adaylığımı koyuyorum arkadaşlar.
Konuşmanın ardına dur durak bilmeden kendini alkışlayan telefonun başındaki adam, yani yeni başkan adayımız, “şak, şak, şak” diye diye etrafta dolanmaya başladı. İlk başta uyuyan işçinin başında şakşaklamalar yaptı fakat işçi öyle derin uyuyormuş ki, tepkisi sadece burundan çıkardığı horlama sesinden başka bir şey olamadı. Hemen ardından devam etti.
– Sen horla işçi kardeşim, rahatça horlamana bak. Bana oyunuzu verirseniz eğer işçilere ayrı bir otobüs sağlayacağım. Adı ise “Ninnibüs” olacak canım vatandaşlarım benim. Ninnibüs işçi kardeşlerimi işyerinden alacak, iki saat tur attırıp geri işyerine getirecek. Ne gereği var evine gitmesine? Zaten gitse iki saat uyuyacak. Onun yerine gezmesine sağlayacağız. İşçi kardeşlerim, işlerinin geriye kalan zamanlarında hem gezecek hem dinlenecek. Şak, şak, şak, şak, şak, şak, şak…
Etrafında dönmeye başlayan başkan adayımız, metronun diğer durağa gelmesiyle sarsıldı ve buldozerin yanındaki güzel kadının yanına düşüverdi. Dili durmayan telefonun başındaki adam devam etti dudağını güzel kadına yaklaştırarak.
– Aşk tesadüfleri sever. Förs leydim olur musun güzel bayan?
Bu sefer şahlanmanın ötesinde kanatlarını açan hortumunu havaya diken buldozer abimiz, elindeki bir deste doları dudaklarını uzatan başkan adayımızın ağzının arasına koydu ve ensesinden tutarak, kusmamak için midesini tutan gencin yanına attı. Bu eylemi gerçekleştirirken de en az Resul Abi kadar zarafetinden de ödün vermedi. Gencin yanına düşen başkan adayımız hemen ayağa dikildi ve konuşmasına devam etmeye başladı.
– Seni de unuttuğumu sanma genç adam.

Gençlerin en büyük derdi ne ders ne okul, ne para ne de pul, ne içki ne de cinsellik mevzuları. Sizin en büyük derdiniz altmış yaş üstü emekli amca ve teyzeler. Ben başkan olduktan sonra bu emekli artıkları sadece ve sadece saat on ile dört arasında toplu taşımaya binecekler. Diğer saatlerde binemeyecekler ve gençlerimiz artık yer vermekten kurtulacak. Şak, şak, şak, şak, şak, şak, şak, şak…
Etrafında bilmem kaç kere üç yüz altmış derece dönen başkan adayımız, döne döne tekrardan buldozer abinin yanına gitti.
– Merhabalar canım abicim benim, eğer başkan olursam senin için doları on lira yapacağım. Bak mis gibi cebinde dolarlarla dolaşıyorsun. Beni göstermekten de çekinmeyen başkan adayımız konuşmasını sürdürdü.
– Bu pis fakir gibi değilsin sen, bir farkın olmalı canım abicim vatandaşım benim. Ben başkan olayım, bu ülkenin para babası olacaksın. İnan başkan kardeşine. Pis pis sırıtmaya başlayan buldozer abi kanatlarını
açarak, yanındaki güzeli sarıp sarmaladı ve şu anki ülke durumu gibi bir yayılma politikası durumuna geçti. Bu duruma göz yummayan başkan adayımız ise kendinden taviz vermeyerek atar yapmaya başladı.
– Bırak ulan förs leydimi ayı?
Bu kelimeyi duyan ve yayılma politikası uzun sürmeyen buldozer abi kanatlarını başkan adayımızın yakasından tutarak, saatte doksan kilometre de giden metronun içinde başkan adayımızı ters yönde saatte iki yüz kilometre hızla itmiş ve ta diğer vagonda olan kodaman abimizin yanına kadar göndermiştir. Kodaman abi artık dayanamayıp metronun en arka tarafına doğru arkasına bakmadan koşar adım gitmiştir. Telefonun başındaki başkan adayımız ise arkasından Sezen Aksu’yu da eksik etmemiştir.
– Gitme dur! Ne olursun?
Gitme bahşişi istemedim
Doğru değil para vermeye
Daha hiç hazır değilsin?
Aramızda yaşanacak
Yarım kalan bahşişler var
Gitme dur şimdiden
Deliler gibi özledim…
Bu şarkıyı duyan kodaman abimiz hemen ilk durakta inmeyi kendine bir borç bildi ve inip borcunu hemen ödedi. Geriye doğru hüzünlü bir şekilde gelen Sezen Aksu çakması başkan adayımız, söylemlerine devam etti.
– Vatandaşlarım aramızdan biri ayrıldı fakat bu önemli değildir. Size son vaadimi açıklıyorum. Başkan olduktan sonra artık bu ülkenin marşını değiştiriyorum. Son ki üç dört…

Telefonun başında Trump’ı bekliyorum
Bekliyorum ama çalmayacak biliyorum
Ekonomi bakanım diyor ki
Boşuna bekleme aramaz krizden dolayı
Seni çok kullansa da
Her şeye karşıt olabilirdim ama
Ülke batıyor bunu bilmeliyiz.
Marşlar havada uçuşurken buldozer, güzel kadını belinden tutaraktan dışarıya çıkardı ve uzaklaşarak gittiler. Bu süreçte aklımda çengel bulmaca gibi çözülemeyen “Bu kadar güzel bir kadın bu buldozere neden ihtiyaç duyar ki?” sorusu “bahşiş” kelimesiyle cevabını buldu.
En sonunda beni gözüne kestiren telefonun başındaki başkan yanıma yanaştı ve elindeki telefon görünümlü mikrofonu uzatarak konuştu.
– Sıkıldım bu başkanlıktan ya zaten daha Beştepe’ye de gelmedik. Ben bırakıyorum bu işi gidip kendime öküz bankası açacağım. Sonra da Nijerya’ya kaçıp orada krallık kuracağım. Seçimlerden bıktım ya. Her sene seçime giriyorum. Seçilmekten bıktım.
Dedi ve elime bıraktı telefon görünümlü mikrofonu basıp gitti. Ben ise olan olaylara o kadar çok dalmışım ki durağımı kaçırmışım. Daha birçok şeye dalıp birçok şeyi kaçırdığım aklıma geliyor ve bu durumun bu ülkenin bir hastalığı olduğu kanaatine varıyorum. Elimi cebime atıyorum içinde beş kuruş olmayan cüzdanımı bulamıyorum. Büyük ihtimalle bu vagondan çıkan hiç kimse cüzdanını bulamayacak. Ben de artık metrodan
çıkıyorum ardıma bakınca yalnızca işçi kalmış ve hâlâ uyuyor.

Emre Kalaylar