Trump’ın korumacılığı: Büyük geri atılım

[1]

Giriş
ABD Başkanları, Avrupa liderleri ve onların akademik sözcüleri, Çin’in büyüyen pazar payı, ticari fazlası ve teknolojik gücünü; Batı teknolojisinden “çalmasına”, “adaletsiz” ya da karşılıklı olmayan ticaretine ve kısıtlayıcı yatırım uygulamalarına bağlamaktadır. Başkan Trump, özellikle Çin ihraç mallarını hedefleyen gümrük vergilerini yükselterek, korumacı bir ekonomik rejim sürdürmek üzere tasarlanmış bir ‘ticaret savaşı’ başlattı.
Batı dünyasının Çin kötüleyicileri, devrim sonrası ABD’nin ‘küçük endüstrileri’ koruma politikasından başlayarak geçen iki yüz elli yılın kalkınma deneyimlerini yok sayıyor.
Bu makalede, şu anda Çin’e yönelik Batı saldırısının altında yatan modeli eleştirmeye girişeceğiz. Daha sonra, geri kalmışlığı ekonomilerini başarılı bir biçimde endüstrileştirme sürecinde alt eden ülkelerin deneyimini özetlemeye döneceğiz.

Tarihsel perspektifte kalkınma
Batılı ideologlar, ‘geri kalmış ekonomilerin’ aslen başarılı ülkeler, yani Birleşik Krallık tarafından oluşturulan kalkınma yolunu izlemesi gerektiğini iddia ettiler.
Bunlara göre, ‘kalkınma aşamaları’ bu ekonomileri ‘karşılaştırmalı üstünlüklerinde’[2] uzmanlaştırarak, yani hammadde ihraç ederek, liberal serbest pazar politikalarını sahiplenmesiyle başlıyordu. Ekonomik ‘modernizasyon’ aşama aşama olgunlaşmış bir yüksek tüketim toplumuna varacaktı.
Liberal aşama teorisinin savunucuları önemli ABD üniversitelerinin iktisat bölümlerinde hâkim oldular ve ABD siyasetine yön verenlerce savunulan planlama stratejisine hizmet ettiler.
İlk zamanlarda, karşıt görüşte olan iktisat tarihçileri ciddi bozukluklara işaret ettiler. Örneğin Birleşik Krallık gibi ‘ilk kalkınmacılar’; ticari üstünlüklerini güvenceye almış, kolonilerini aleyhte ticari şartlarda hammadde ihraç etmeye zorlayan dünya çapında bir imparatorluk olarak ürünlerini korumuştu. Bu durum ‘sonraki ülkelerin’ yoksun olduğu bir avantaj oldu.
İkincisi, Maliye Bakanı Alexander Hamilton tarafından idare edilen devrim sonrası ABD, yerleşik Birleşik Krallık İmparatorluğu’ndan ABD “küçük endüstrilerini” korumak için korumacı sanayi politikalarını başarılı biçimde ilerletti. ABD iç savaşı tam da ABD plantasyon sahiplerinin, ihraç mallarını İngiliz liberal serbest tüccarları ve imalatçılarına aktarmasını önlemek amacıyla başlatıldı.

19. yy ortaları ve 20. yy başlarında Almanya, Japonya ve Sovyet Rusya gibi gelişmekte olan ülkeler serbest ticaret ve açık pazarlar ideolojisini, devlet merkezli korumalı endüstrileşme lehine reddettiler ve geri kalmışlığın üstesinden gelmede, Birleşik Krallık gibi ‘ilk kalkınmacılara’ yetişmede başarılı oldular.
2. Dünya Savaşı sonrası dönemde, Güney Kore, Tayvan ve Malezya ‘Batı serbest piyasa’ modelini başarısızca hayata geçirme kalkışmala rından sonra, kalkınmada devletçi korumacı ihraç modellerini başarılı biçimde sürdürdü.
Ana mal ihracında uzmanlaşarak Batılı serbest piyasa politikalarını izleyen Latin Amerika, Afrika, Ortadoğu ve Filipinler gibi bölgeler ve ülkeler durgunluk ve geri kalmışlığı alt edemedi.

Önde gelen ekonomik tarihçilerden Alexander Gerschenkon’a göre, ekonomik geri kalmışlık yükselen ülkelere belli stratejik avantajlar sağladı. Bunlardan birisi de ülke içi endüstrilerin ithal malları, dinamik bir büyümeye ve akabinde rekabetçi ihracat stratejilerine yol açan ikâmesiydi (Economic Backwardness in Historical Perspective: A Book of Essays).

Sonradan başarılı biçimde kalkınan ülkeler en son üretim tekniklerini ödünç alarak edinirken, daha önce kalkınmış olan sanayici, var olan eski moda üretim metotlarıyla kaldı. Başka deyişle, devlet tarafından yönetilen gelişmekte olan ülkeler büyüme aşamalarını ‘atladı’ ve rakiplerini geçti.
Çin, Gerschrenkon modelinin tam bir örneğidir. Çin, var olan emperyal ülkelerin tekel denetimleriyle dayatılan kısıtlamaların devlet müdahalesiyle üstesinden geldi ve en son ileri teknolojileri ve yenilikleri ödünç alarak hızlıca ilerledi, daha sonra da dünyadaki ileri patentlerin en etkin başvurucusu olmaya geçti. 2017’de Çin, 225 patent başvurusu yaparak 91’de kalan ABD’yi geçmiş oldu (Financial Times, 3/16/18, s. 13).

Teknolojik yenilikte Çin’in ilerlemesinin mükemmelbir örneği de Huawei Grup’tur. Şirket 2017’de araştırma ve geliştirmeye 13,8 milyar dolar harcadı ve ARGE bütçesini yıllık 20 milyar dolara çıkarmayı planlıyor. Çin şirketleri, networking dahil olmak üzere yeni nesil teknolojilerde standart belirlemede başı çekecek (Financial Times, 3/31/18, s. 12). Washington’ın, Çin’i ABD pazarından çıkarma hamlesinin, Çin’in ABD patentlerini ve sırlarını ‘çalmasıyla’ hiçbir ilgisi yok, ancak Huawei’nin yetenek, teknoloji, ekipman ve uluslararası ortaklıklar elde etme hedefli ARGE harcamalarıyla tamamen ilgisi var. Beyaz Saray’ın korumacı sinofobisi,[3] ABD’nin en yeni teknolojilerde rekabet etme yeteneğini baltalayan beşinci nesil yüksek hızlı veri ağlarındaki Çin ilerlemesinden kaynaklanmaktadır.
Çin’in rekabetçi üstünlüğü, devletin ileri teknolojiyi sistematik olarak ikâme etmesinin sonucuydu; bu, ekonominin aşamalı olarak liberalize olmasına ve küresel ve ülke içi piyasalarda ABD’ye karşı rekabet üstünlüğü sağlamasına olanak tanıdı.
Çin, kendinden önceki geç gelişen ülkeler örneğini (Almanya ve Japonya) takip etti ve aştı. Önde gelen sektör olarak, ileri endüstri ihracat büyümesini, ucuz emek gücü ve düşük maliyetli gıda ürünü sağlayan görece geri kalmış tarımsal sektör ile birleştirdi.
Bugün Çin, ülke içi pazarını derinleştirerek, yüksek teknoloji sektörünü ilerleterek ve düşük değer tüketicisinin ve pas kuşağı[4] endüstrilerinin önem derecesini azaltarak kalkınma merdivenini bir üste taşıyor.

Sulu gözlü ekonomiler korumacılığa geri döner
ABD’nin Çin’le rekabetteki başarısızlığı ve bunun sonucu ortaya çıkan ticaret açığı, ABD’nin yeni teknolojileri devreye sokmakta, bunları ülke içi üretime uygulamakta, geliri artırmakta ve emek gücünü geliştirerek ülke içi piyasayı savunacak rekabetçi sektörlere katmaktaki yetersizliğinin bir sonucudur.
ABD, devlet liderlik rolünü, endüstriyel rekabet gücünü kemiren finansal ve askerî elitlere teslim etmiştir. Dahası, Çin’in tersine, devlet, Çin’den gelen yoğunlaşmış rekabetle uyumlu öncelik hedeflerini belirlemede liderlik sağlayamamıştır.
Çin ekonomik ürünler ihraç ederken, ABD silah ve savaş ihraç etmektedir. ABD’nin silah ihracı fazlası ve büyüyen bir ticari açığı bulunmaktadır.
Çin, ticaret fazlasını artıran, elliyi aşkın ülkede multi-milyar dolarlık altyapı yatırımlarına sahiptir. ABD’nin ise ülke dışında bulunan 800’ü aşkın askerî üste multi-milyar dolarlık harcaması vardır.

Sonuç
Çin’in adaletsiz ticaret ve ABD teknolojisini çalma yoluyla bir dünya ekonomik gücü haline geldiği yönündeki ABD suçlamaları, 19. yy boyunca ABD’nin yükselişi ve Birleşik Krallık’ın düşüşünden başlayarak, bütün geç gelişen ülkelerin tarihini görmezden gelmektedir.
ABD’nin, saati erken dönemdeki korumacılığa geri çevirmesi ne rekabet gücünü yükseltecek, ne de ülke içi pazar payını artıracaktır.
ABD korumacılığı; basitçe yüksek fiyat, vasıfsız işgücü, savaş borçları ve finansal tekellere kapı açacaktır. Bir ABD “ticaret savaşı”, Çin devletine basitçe ticaretin yönünü ABD’den başka pazarlara çevirme ve yatırımlarını ülke içi ekonomisini derinleştirerek ve Rusya, Asya, Afrika, Latin Amerika ve okyanus ülkeleriyle bağlarını geliştirerek yeniden yönlendirme olanağı tanıyacaktır.

ABD’nin Çin’le olan “suçlama oyunu” isabetsizdir. Bunun yerine ne planı ne de mantığı olan bir laissez faire[5] ekonomisine güvenmeyi tekrar gözden geçirmelidir. Gümrük vergilerine güvenmesi, geliri artırmadan ve inovasyonu geliştirmeden maliyetleri yükseltecektir.

Günümüz ABD korumacılığı ‘ölü doğmuş’ bir biçimde başladı. Beyaz Saray, halihazırda rakipleri hedef alan gümrük vergisinin derecesini düşürmüştür. Dahası, Çin’e yönelik 60 milyar dolarlık gümrük vergisi Çin’in ihraç mallarının %3’ünden daha azını etkilemektedir. Çin gibi dışarıdaki rakipleri suçlamaya girişmek yerine onun deneyiminden öğrenmek ve onun teknolojik ilerlemesini, altyapı ve ülke içi tüketime yönelik stratejik yatırımlarını absorbe etmek daha akıllıcadır. ABD askerî harcamalarını üçte iki oranında indirmediği ve finans sektörünü endüstriye ve ülke içi üretime tabi kılmadığı sürece Çin’in gerisinde kalmaya devam edecektir.

ABD, geri kalmış ülkelerin küçük endüstrileri korumaya dayalı stratejisine dönmek yerine emek gücünün geliştirilmesi, becerilerin yükseltilmesi ve toplumsal refahın genişletilmesi ile bağlantılı devlet idareli kalkınma yoluyla rekabet etme sorumluluğunu kabul etmelidir.

James Petras

Dipnotlar

1-) Yazar, Çin Halk Cumhuriyeti tarihindeki Büyük İleri Atılım kampanyasına gönderme yapıyor (ç. n.). Çeviri: Göksel Kılınç

2-) Karşılaştırmalı üstünlükler teorisi, iktisat biliminde bir grubun bir malı göreceli olarak daha az maliyetle üretebildiği bir durumda, ticaretin ticaret yapan iki taraf için de nasıl faydalı olacağını anlatır. Önemli olan üretimdeki mutlak maliyetler değil fakat fırsat maliyetidir (Kaynak: Wikipedia katılımcıları (2016), Karşılaştırmalı üstünlükler, Vikipedi, Özgür Ansiklopedi, Erişim tarihi 26 Nisan 2018).

3-) Çinlilerden ve Çin kültüründen korkma durumu (ç. n.).

4-) Otomobil, inşaat, endüstriyel makina üretimi gibi sektörlerde fazlasıyla yoğunlaşmış ve ülkenin en çok demir-çelik tüketen sanayi sektörleri kast ediliyor (ç. n.).

5-) Laissez faire, sadece mülkiyet haklarını korumayı amaçlayan yeterli düzenlemelerin bulunduğu bir ekonomik ortamda özel taraflar arasındaki alım satım işlemlerinin müdahaleci hükümet kısıtlamaları, tarifeler ve sübvansiyonlardan arındırılmasını ifade eder. Laissez faire, “bırakınız yapsınlar” anlamına gelir. İlk kez Fizyokratlar tarafından “laissez-faire, laissez-passer” (bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinler) sloganıyla savunulmuştur (Kaynak: “Laissez faire.” Vikipedi, Özgür Ansiklopedi. 22 Oca 2016, 13.20 UTC. 26 Nis 2018, 12.03 <//tr.wikipedia.org/w/index.php?title=Laissez_faire&oldid=16550492>).