Türkiye’nin bitmeyen yalpalanması: Dans mı yoksa kukla oyunu mu?

Komşularla sıfır sorun diye başlayan Davutoğlu politikası, gerçekte, TC devletinin politikasıdır. Davutoğlu gitti, gönderildi, epeyce oluyor. Ve bugünlerde, zamanı en ağır hâline akıtarak, efendilerinden yeni parti kurma zamanlamasını beklemektedir. Ama Davutoğlu’nun dış politikası, büyük dış politika olarak hâlâ yürürlüktedir.

2011’de savaşı başlatmak için ABD dahil tüm NATO nezdinde çok atak, çok istekli olan TC devleti idi. Ve o günlerde, yükselttikleri “yeni Osmanlı ruhu” ile, birkaç saatte Emevi Camii’nde öğlen namazı kılmaktan söz ediyorlardı. Yani, sabaha karşı beşte başlayıp, öğlen 13.00’da Şam’da olacaklardı. Hepsi hepsi 6 saatlik bir mesafe.

Müslim Brothers/Müslüman Kardeşler örgütünün vizyonu bu kadar olsa gerek. Bir anda, ABD destekli Müslüman Kardeşlerin Suriye’de egemenliğini görecektik. Sonra, aynı etki, zaten dağılmış olan Irak’ta egemen olacaktı. Türkiye, işte o noktada kendi gizli “Muslim Brothers” karakterini açığa çıkaracaktı ve sıra İran’a gelecekti. Böylece ABD egemenliği Ortadoğu’da yerleşecek, kalıcılaşacak ve İsrail için de yeni kapılar açılacaktı.

İşte size plan.

Planları bu kadar olanlar, elbette efendileri tarafından feci kandırılmış, aklı havada, gözü cebinde ve uçkurunda olan tetikçilerdir. Öyle idi de.

Ama TC ordusu, en son adına “Barış Pınarı” dedikleri yeni işgal hareketi ile, 9 günde, 5-6 km gidebildiler. Yani, Şam o kadar da yakın değil demektir.

Bugün, TC devleti, iki güç, iki cephe arasında sıkışmış demektir.

Birincisi, ABD’dir. İkincisi ise Rusya.

ABD, TC devletinin bağlı olduğu merkezdir. Türkiye, ABD’nin eyaletlerinden biri durumundadır, tek farkla ki, Suriye savaşı sonrasında, Rusya ile girmek zorunda kaldığı “zorunlu sevgi bağları”, onu, Türkiye’yi biraz ABD eyaleti olmaktan uzaklaştırdı, ama hâlâ ABD’nin sömürgesidir. TC devleti, tüm siyasal mekanizmaları (askerî, hukukî, siyasal partileri, cumhurbaşkanlığı sarayı vb.) ile ABD’ye bağlıdır.

Ama Suriye savaşı, durumu değiştirmiştir.

Normalde bir ABD müttefiki olan TC devleti, NATO mekanizmaları içinde sorunsuz ABD adına çalışmakta idi. Erdoğan, Büyük Ortadoğu Projesi’nin, İsrail ile birlikte eş-başkanıdır. Suriye savaşı başladığında, ABD kadar hevesli Türkiye, bir tetikçi olarak devreye girdi. Suriye ile “o kadar iyi ilişkileri vardı ki, birlikte bakanlar kurulu toplantıları yapıyorlardı” diye tanımlanan dönemde dahi TC devleti, ABD adına çalışmakta idi. Ve tetikçi olarak hevesle girdikleri savaş, onlara göre çocuk oyuncağı idi.

TC devleti, IŞİD denilen örgütün kurulmasında, ABD adına oldukça açık, önemli roller aldı. Ve elinden gelenden fazlasını yaptı. Kimyasal silâhlar da dahil, pek çok katliama imza attılar. Ama öyle anlaşılıyor ki, efendileri ABD, IŞİD’e daha fazla “hakim” idi ve öyle anlaşılıyor ki, Türkiye’nin işlediği tüm suçların kanıtları, hem IŞİD’de, hem ABD’de, hem de daha başkalarında da var.

Rusya’nın Suriye’ye, BM kararlarını arkasına alarak, Suriye’nin daveti ile girmesi sonrasında, sahada durum değişmeye başladı.

ABD’nin ne istediği daha açık idi. Ama Türkiye’nin ne istediği üzerinde durmaya değer. Türkiye, IŞİD eli ile, Kürtler başta olmak üzere “tehlike” olabilecek herkesi katletmeyi hedefliyordu ve bu hedef hâlâ, durum çok değişmiş olsa da geçerlidir.

TC devletinin bu isteği, gerçekte Müslüman Kardeşler istekleri iken, TC devleti içindeki Ergenekoncular, bu yolla Türkiye’nin büyüyeceği, bu yolla Kürtlerden kurtulacağı hayali ile, buna evet demekten çekinmediler. Böylece, aslında Davutoğlu’nun politikası denilen şey, gerçekte, tüm devletin, tüm çetelerin ortak programı olmuştu.

Suriye sahasına Rusya’nın girmesi, ardından Rus uçağının 2015’te düşürülmesi ile, Türkiye, Rusya ile “zorunlu sevgi” ilişkisine girmek zorunda kaldı. Uçağı düşürme emrini ben verdim, diye nutuk atanlar, birkaç ay sonra Rusya önünde diz çöktüler ve yeni bir ilişki hâli başladı.

Bu yeni ilişkinin ayırt edici özelliği, ABD’nin gücünün Rusya’ya sökmemesi ve Türkiye’nin kendini “yalnız bırakılmış” hissetmesi ile tarif edilmeye başlandı. Ama bu yeni dönemin Suriye dahil, tüm dış politikası, Rusya ile ABD arasında yalpalama olmaya başlamıştır.

TC devletinin kendi dış politikasını tarif ederken, “sıfır problemli komşuluk ilişkileri”nden “anlamlı yalnızlığa” terfi etmeleri ne kadar anlamlı bir durumdur, değil mi? Takdir edecek bir “devlet baba” olsa idi, Ergenekoncusuna, Davutoğlu’na, Erdoğan’a, Saray Rejimi’ne tümden aferin derdi.

Ama dış politikanın neyle tarif edileceği o kadar karışmıştır ki, bu tarifle yetinmediler. Üstüne, “büyük güçleri kullanmak” stratejisini devreye soktuklarını ifade ettiler. Demek oluyor ki, Türkiye, iki güç, Rusya ve ABD arasındaki çelişkileri ustalıkla kullanıyor.

İşte onların tarifi budur.

Ama aslında, TC devleti tüm dış politikası ile, iki güç arasında yalpalamaktadır.

Bu yalpalamaya dans diyebilse idi, bir anlamı olabilirdi. Çünkü ne kadar kötü olursa olsun, bir dansın, kendine has estetiği vardır. Yani nihayetinde kabul edilebilirdir. En fazla kötü dans olarak nitelenebilirdi.

Oysa bu bir dans değil.

Bu yalpalama, daha çok, kukla oyununa benziyor.

İpleri elinde tutan ABD ve Rusya’dır ve kuklanın neler yapacağı da önceden bellidir. Erdoğan ve Saray Rejimi, tetikçi olarak başladıkları Suriye savaşının diplomatik alanında şimdi kukla olarak rol almaktadırlar. Sahada tetikçi, masada kukla, hepsi budur.

İşte son aylarda ortaya çıkan olaylara bu gözle bakmak gerekir.

Mesela Erdoğan’ın son ziyaretine bakalım. Ya da mesela Türkiye ile ABD ya da Türkiye ile Rusya anlaşmalarına bakalım. Ya da S-400 meselesine.

Erdoğan, kendisine yol açan ABD emri ile, başkomutan olma hevesleri içinde yanıp tutuşurken, iç politikada birkaç puan toplamak için, Suriye sahasına bir kere daha daldı. İşgalci olarak.

İşgalci ama, kendi iradesinden çok ABD iradesi açısından işgalci. Tetikçi politikasının devamıdır bu. İşgal planının, son saldırının nedenini, amacını ABD biliyor, ama TC devletinin ne olacağından ancak bir tetikçi kadar bilgisi vardır.

ABD, açıkça, Türkiye sınırındaki sahadan Kürtlerin çıkarılmasını, bu sahanın ise TC devleti tarafından tutulmasını istiyordu. Bu yolla, ABD, kendisi ile hareket edecek Kürtlerle, doğu ve güney petrol alanlarına kayacaktı. Bu elbette, Kürtleri yem etmek demekti ve bunu açıkça Trump söyledi. ABD bu yolla, TC devletini kullanarak, Suriye’de daha büyük bir alanı denetim altında tutacaktı, ve yenildiği Suriye savaşında Rusya ile masaya oturduklarında elini güçlendirmiş olacaktı. Şimdi bu plan biliniyor. Peki TC devletinin planı ne idi? Onlara göre plan, sınırdan PYD’yi uzaklaştırmaktı. Diyelim ki 30 km içeri girdin, PYD de 30 km geri çekildi, şimdi yine PYD ile sınır komşusu olmadın mı? Yani, eğer sınır güvenliği sorun ise, bunu neden 30 km yukarıda korumuyorsun da, 30 km aşağıda koruyacaksın? İşte size TC devletinin tuhaf politikası. Ama TC devleti, esas olarak içe oynamaktadır. Hem Kürtleri katletmek denildi mi, TC devletinin “evet” demeyeceği hiçbir an olamaz. Kürt katletme şansını kendilerine veren ABD’ye müteşekkir olarak sahaya daldılar.

Daldılar, ama PYD, hızla Suriye ordusu ile, 5 maddelik anlaşma devreye soktu ve Suriye ordusu bayrakları çekilmeye başlandı. Kürtler ile Suriye ordusu arasındaki anlaşma, içeriği ne olursa olsun, ABD için kayıp demektir ve ABD, Erdoğan’a, dur emrini verdi.

Yürü emri, saldırı emri konusunda çok hevesli olan tetikçi Türkiye’nin, dur emrini hemen yerine getirmesi o kadar hızla olmuyordu. İşte bu nedenle, ABD, tehditleri masaya koyarak, Türkiye-ABD anlaşması ile, saldırının durması için yolu açtı.

Kanımızca, saldırı, Putin ile görüşmeden sonra durdu. Barış Pınarı harekâtı anlamında saldırı, Soçi mutabakatı ile durmuş oldu. Ama Türkiye, ABD ile anlaşmayı deklare ederek, Suriye devleti ile yakınlaşmaya başlamış olan PYD’ye dur demeyi seçti. Böylece Mazlum Kobani ismi öne çıkartılarak, Trump tarafından Kürtlere “sevgi” sözleri sıralanmaya başlandı. Böylece de, PYD-Suriye devleti arasındaki 5 maddelik anlaşma, sahada etkisiz hâle gelmeye başladı. Böylece ABD, anlaşma ile, Türkiye’ye verdiği görevi sonlandırdı. 9-10 günde 5-8 km yol almış olan TC ordusu, bu durdurma karşısında beş dakika mola verdi. Ama ABD, PYD ile Suriye yakınlaşmasını durdurmuş oldu.

TC, hem işgalcidir, hem katliamcıdır. Ama tüm bunların yanında tetikçidir de. ABD ne diyorsa yapmak, Saray Rejimi’nin ömrünü bir gün dahi uzatmak için önemli görünmektedir.

İşte onların ABD’yi kullanmak ya da Rusya’yı kullanmak dedikleri budur.

Ardından, Erdoğan, hızla Rusya’ya gitti. Rusya’da bir mutabakat ile, “mola verilmiş olan” harekât sonlandırılmış oldu. Rusya ve Türkiye mutabakatında açıkça TC devleti, PYD’yi tanımış olmaktaydı.

Bu arada ise, Trump’ın şaşkınlık yaratan mektupları, Saray Rejimi’ne tam bir tetikçi muamelesi yapıldığını da gösteriyordu.

Erdoğan’ın mal varlığı masaya getirilmişti.

Dahası, acaba, Bağdadi’nin dahi elinde olan Türkiye ile ilgili savaş suçları kanıtları masaya konmuş mudur?

ABD, IŞİD’in sorumluluğunu Türkiye’ye devretmiştir ve TC devleti bunu açıkça kabul etmiştir. Tüm savaş suçlarını ABD, Türkiye’ye yıkma hazırlığındadır.

Ve tüm bunlarla birlikte Erdoğan ve ekibi, Saray erkanı, birlikte ABD’ye gittiler. Evlere şenlik bir “show” hazırlanmış. İşte tam bir kukla oyununu hatırlatıyor. Mesela Erdoğan’ın ağzından çıkan her söz, zamanlaması ile hazırlanmış ve yetmemiş, Hilal Kaplan da bu kukla gösterisinde kukla olarak rol almış.

ABD’deki görüşmenin, Suriye savaşı açısından bir önemi var mı?

Türkiye, daha ileri gidebilecek ve yeni Suriye toprakları işgal edebilecek durumda değil. Bu durumda ABD, Kürtlerin kendine bağlı gruplarını, kendilerini “koruyacaklarına” ikna etmeye yönelecektir, hatta yönelmiştir. Böylece ABD, Kürtlerle bu son aldatma kazasının yaralarını sarmaya çalışacaktır. Bunu başarırsa, Suriye devletini zorlamaya devam etme şansını elinde tutacak, bu bir. Petrol sahalarına asker kaydırdı, bu iki. Ve yeni bir kaos planı ile, bölgeyi karıştıracak olanaklar elinde, bu da üç.

ABD ziyaretinde Erdoğan, açık ve net olarak, PYD meselesine rağmen, TC’nin ABD politikalarına her açıdan bağlı kalacağını ilan etmiştir.

Şimdi, bu yeni kaos planının ne olacağı sorulmalıdır.

İran olduğunu düşünmek gerekir.

Bu noktada, Kürt yoldaşlarımızın, hem Barış Pınarı, hem de Pençe harekâtının, her ikisinin de aynı amaca hizmet etmek üzere, ABD-TC ortak yapımı olduğunu akıllarında tutması önemlidir.

TC devleti, hem Rusya’yı, hem ABD’yi kullanarak bir iş yapmıyor. Hayır. Tersine her ikisi tarafından “kukla olarak oynatılıyor.” Doğrusu budur.

TC devleti, bu kaos planı için, yeni direktifler almıştır. Bu kesin.

Yoksa Erdoğan ziyaretinin Suriye ile başka bir ilgisi yoktur.

Esas olarak, Erdoğan’dan, S-400’lerin rafa kaldırılması, Rusya ile ilişkilerin artık sürdürülmemesi istenmiştir. Bunu herkes biliyor. Öyle anlaşılıyor ki, Erdoğan, masada duran “mal varlığı” araştırması olmamış olsa idi dahi, hiç tereddütsüz bu istekleri kabul etmeye gitmiştir.

Öyle anlaşılıyor, artık S-400’ler, bir ambarda çürütülmeye bırakılacaktır. TC devleti, bu konuda bir karar vermiş de değil, en baştan beri akıllarındaki zaten bu idi. ABD’ye biat etmek, ABD emrinde olmak, her zaman yaptıkları şeydir.

S-400 meselesi, bu yolla çözüleceğe benzemektedir. Trump’la görüşmesinde çağrılıp da Erdoğan’a ne kadar ciddi olduklarını gösteren senatörlerin, görüşmenin hemen ardından kongrenin gündemindeki maddeleri dondurmaları, aslında istediklerini aldıklarını göstermektedir. Yani, ABD, S-400’ler için bir çözüme ulaşmış demektir.

ABD, istediklerini almıştır.

Basın toplantıları vb. tümü, ama tümü, “sadece dost gazeteciler soru sorsun” gibi uyarılar eşliğinde, tümü ile, Saray’ın Türkiye’deki iç politikadaki imajı içindir. ABD, açıkça Erdoğan’ın birkaç puan toplaması için uğraşmaktadır.

Erdoğan’ın mal varlığının belki bir bölümünü Trump’a vermiş olması mümkündür. Bunu bilmiyoruz. ABD basını, her ikisi arasında “damatlar” üzerinden kurulan ilişkiler olduğunu söylemektedir. Bunu açıkça dile getirmeleri, böylesi bir kokunun alındığının işareti olabilir.

Şimdi, acaba, Erdoğan, bu kadar kendini korkutan “mal varlığı”nı, garanti altına almış olabilir mi? Acaba, Erdoğan’ın mal varlığı, şimdi garantide midir?

TC devletinin ABD ve Rusya’yı kullanmak dediği şey işte böylesi bir şeydir. Kukla, kendini aktör sanmaya başlamış, ne yaparsın. Kaldı ki, aktör olsan ne yazar, senaryoyu başkası yazıyor. İşte sorun budur.

Yanlış anlaşılmasın, ne tetikçi dediğimizde, ne de “kukla” dediğimizde, aslında TC devletinin işlenen suçlarda, kimyasal silâhlarda, katliamlarda rolünü küçümsemiyoruz. Hayır. Durum budur ve bu durum, TC devletinin suçlarını ortadan kaldırmaz, tersine, bu suçların sistematik olduğunu, öyle olacağını gösterir.

TC devleti, bugünlerde, ABD ve Rusya arasındaki çelişkileri kullanma siyasetinin, bizim deyişimizle kukla rolünün sonuna gelmektedir.

Aynı hızla, ABD, bölgedeki kaosu büyütme planlarını devreye sokacaktır.

TC devleti, bu kaosun en büyük destekçisi olacak ve buna uygun roller üstlenecektir.

TC devleti, bir tetikçi olarak, sadece ABD emirlerini uygulamıyor, aynı zamanda, işgal ve fetih hevesleri ile, her şeyi karıştırma, kaos yaratma, katliamlar organize etme peşine düşüyor. ABD bunu biliyor ve zaman zaman sadece “kapıyı aralaması” yeterli oluyor. “Biz, çekiliyoruz, Türkiye Barış Pınarı harekâtı yapacak” demek gibi. Bu açıklamanın kendisi, ne yapılması gerektiğini gösteren bir kapı aralamadır.

Şöyle düşünelim: Türkiye, neden Suriye ile ilişki kurmuyor? Madem Suriye’nin toprak bütünlüğü üzerinden nutuklar atıyor, neden kalkıp, dün için özür dileyip, yeni bir politika ortaya koymuyor? Acaba neden TC devleti, dün ÖSO diye bir ordu kuruyordu? Öncesinde IŞİD, sonrasında ÖSO, sonrasında Tahrir, şimdi ise Milli Suriye Ordusu. TC devleti, acaba neden böyle bir ordu kuruyor? Bu ordu, acaba kime karşıdır, Esad güçlerine ve Kürtlere karşı mı? TC devleti, dilinin altındaki işgal planlarını göstermeye başlamıştır. Herkes ama herkes emin olabilir ki, TC devletinin bu hevesleri, kesinlikle efendisinin, ABD’nin desteklediği heveslerdir.

ABD’nin kaos planları, elbette TC devletinin roller üstleneceği planlardır. Bunda kimsenin şüphesi olmasın.

ABD, bu kaosun planlayıcısıdır. Kim, ABD’ye güvenerek iş yapma yolunu seçerse, hep birlikte defalarca gördüğümüz, dünya tarihinin defalarca kanıtladığı gibi, ABD’nin kuklası olmak zorunda kalacaktır. TC devletinin bugünkü pozisyonu budur.

Ortada, büyük güçlerin çelişkilerini kullanma siyaseti diye bir siyaset yoktur. Ortada, ABD planlarına uyum sürecinde zorlanma vardır. Rusya’nın sahaya girmesi sonrasında değişen durum vardır. TC devleti, ABD hattına asla ihanet etmemiştir. Erdoğan’ın bazı gösterileri, Saddam’ın Kuveyt işgali gibi hamlelerini andırmaktadır, hepsi budur. Andırmadan ileri de gitmiyor. Saray Rejimi, sadece ABD ve NATO’ya bağlı değildir, bizzat onların kontrolü ile organize edilmiştir. Erdoğan, İsrail-ABD politikalarının savunucusudur. ABD ile tüm çelişkiler, ABD’nin Ortadoğu planları için tetikçi olarak görev yapan TC devletinin, konumundan kaynaklı sorunlara dayanıyor. TC devleti, ABD’den “istisnasız” koruma istiyor, daha çok destek istiyor vb.

Hiçbir zaman bir kukla, kendine has bir irade ortaya koyamaz. Saray Rejimi, NATO bağları, ABD sömürgesi olma durumu devam ettiği sürece, kendine has bir iradesi de olamaz.